Ne ölenin ne de öldürenin kazançlı olduğu; “neden”i, “niçin”i ise yapana malûm, yapılana muamma büyük bir oyun oynanıyor dünya sahnesinde. Piyonu ise, her zaman olduğu gibi insan.
Tahribat kolay, ama tamirat zor.
Bir serserinin bir kibritle yaktığı, tahrip ettiği bir haneyi onlarca insan, günlerce emek sarf ederek ancak tamir edebiliyor.
Güvenlik kuvvetlerinin zor şartlar altında, dağda taşta; denizde, karada, havada ve sınır boylarında ciddi performans sarf ederek korumaya çalıştığı bir ülkeyi, devlet adamı (!) kılıklı sadistlerin yolladığı füzeler ile -büyük küçük- onlarca masum insan ölebiliyor; pek çok maddî varlık hiç zahmet çekmeden, hiçbir şeyden çekinmeden ve bir anda yok olabiliyor.
Filistin’de, Suriye’de ardından İran’da olduğu üzere.
Ülkeleri, dolayısıyla masum insanları koz olarak kullanan ve ihtiraslarının zebunu olmuş güçlerin; daha doğrusu, güçsüzlerin -zira güçlü olan, mert olur- insan hayatıyla oynadıkları “büyük kumar”ı hep birlikte görüyor, izliyor; yarına dair derin kaygılar taşıyoruz.
Yaşanan hadiseler karşısında dünya toplumları tedirgin.
Her ne kadar tepkilerini ifade etme cesaretleri günbegün artsa da insanların gözlerinde bir korku, gönüllerinde bir ürperti! Dillerinde ise, hep, “Acaba yarın ne olacak?” sorusu.
Bir araya gelen iki kişinin ya da gündemi takip eder kişilerin birbiriyle paylaştıkları konu da bu.
Siyasî hesapları, tatmin olmak bilmeyen menfaat hırsları uğruna, dünyayı bu hâle getirenler utansın.
Komşu ülkelerdeki sonbahar rüzgârlarının -çünkü hiç bahar olmadı, olamadı- huzur iklimimizi etkilediği; o beldelerde yükselen alevlerin sınırlarımızı yaladığı ve dili uzun insanların haddini aştığı büyük bir oyunla karşı karşıyayız.
Her zaman, kaybedeninin çok; kazananının ise, hiç olmayacağı büyük bir kumarla…
Birkaç ülke ile sınırlı olmayan ve “büyükler”in tezgâhından çıkma bu büyük proje; asırlardır bitmeyen bir ihtiras oyunu!
Oyunun bir başka perdesi, şu:
Bir zamanlar, münazarada, “Harp mi teknolojiyi doğurur, teknoloji mi harbi doğurur” konusunun tartışıldığını duymuştum. Sonucu bilmiyorum; ama o günkü soru bugün sorulacak olursa, verilecek cevap, “Teknoloji harbi doğurur” olacaktır.
İdeolojik bağnazlıklar bir yana; ticarî açıdan, üretilen silâhların denenmesi, satılarak, stoklarının eritilmesi gerekmez mi?
Bazı kimseler ya da karanlık mahfiller, adı “savaş” olan bu senaryonun yani, bu büyük kumarın sahnelenmesinden memnun olabilirler (ki el ovuşturuyorlar); ama halkın, o ülke masumlarının dünyasındaki şüpheye, endişeye, korkuya; ruhundaki feverana ve ortaya çıkan hasara ne diyeceğiz, bunu nasıl gidereceğiz?
“Men dakka dukka”; bu felâket senin kapını da çaldığı zaman, ne diyeceksin?
Nitekim şu günlerde olduğu gibi…
Hırsın, kinin, nefretin tahribata tahvil edildiği hâli-i hazır durum, bu!
Cenab-ı Hak vatanımızı, milletimizi ve İslâm beldelerini “savaş” denen yakıcı yıkıcı, kahredici musibetten muhafaza eylesin.