Bazı şeyler var ki, tek kanatlı, tek taraflı olmaz. Yani, düşünce sistematiği itibariyle, bazı şeyler var ki tek yön, tek cenah, tek kanat, tek ayak ile anlaşılmaz ve de anlatılamaz.
Meselâ, bir kuş, bir arı, bir kelebek tek kanat ile uçmaz-uçamaz. Bir insan, destek almadan tek ayak ile dengede duramaz, rahat yürüyemez.
Bu demektir ki, başı işlerin normali ve bazı meselelerin izahı için iki cenahın birlikte düşünülmesi, beraberce tahlil edilmesi icap ediyor.
İşte, “kader” ile ilgili mevzular, izahlar, analizler aynen öyledir. Yani, tek başına kaderin mutlak hükmünü söyleyip geçmekle, asıl mesele vüzuha kavuşturulmuş olmuyor. Tam ve muknî izahat için, kader ile cüz-i ihtiyarîyi, kader ile sebepleri, kaderin adaleti ile beşerin zulmünü birlikte ele alıp öyle izah etmek lazım geliyor.
Bu ikisi beraberce zikredilmediği ve dengeli bir şekilde izahı yapılmadığı takdirde, iş çıkmaza girer, zihin şatahata düşer, hatta batıl yollara sapmak dahi kuvvetli ihtimal dahiline girer
Bu hatırlatmalardan sonra, şimdi meselenin detaylarına bakmaya çalışalım.
*
Kader meselesini ve kader ile bağlantılı hususları çağımızda en iyi Üstad Bediüzzaman anlatıyor. Bir ismi “Kader Risâlesi” olan 26. Söz başta olmak üzere, Nur Külliyatının muhtelif bahislerinde kader ile alâkadar hususlar en ince ayrıntısına kadar izah ediliyor.
Bu mühim ve muazzam meseleye dair önce iki kısa iktibas sunalım.
Bisincisi: “Başa gelen zulümlerde iki cihet ve iki hüküm var: Biri insanın, biri kader-i İlâhî’nin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, adalet eder.” 1
İkincisi: “...Beşer, zahirî esbaba bakar; bazan yanlış eder, zulmeder. Fakat kader, başka noktalara bakar, adalet eder.” 2
Bediüzzaman Hazretleri, burada zikredilen hikmetli ölçüleri hiç tereddüt geçirmeden kendi nefsinde de aynen tatbik ediyor. Meselâ, Emirdağ Hayatı bölümünde telif ettiği “Konuşan yalnız hakikattir” başlıklı o meşhûr lâhikada şu ifadeleri tekellüfsüz bir şekilde kullanıyor: “Risale-i Nur’da ispat edilmiştir ki, bazen zulüm içinde adalet tecellî eder. Yani, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu sebep haksız olur. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vâkıa adaletin tecellîsine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya, mahkûmiyete istihkak kesb etmiş olan o kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete düşürür. Bu, adalet-i İlâhînin bir nevi tecellîsidir.”
Şu genel ifadelerin hemen ardından, mevzuyu bizzat kendi yaşadıklarına getirerek, beşerin zulmüyle yıllarca görmüş olduğu eza ve cefalardan nihayet kendine bir ders-i hikmet çıkarmaya çalışarak şunları söylüyor: “Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakikî sebebini şimdi anladım. Ben kemal-i teessürle söylüyorum ki: Benim suçum, hizmet-i Kur’âniyemi maddî ve manevî terakkiyatıma, kemalâtıma alet yapmakmış… Şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum; Allah’a binlerle şükrediyorum ki, uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma, ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hatta saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir maksada alet yapmaklığıma manevî gayet kuvvetli manialar beni men ediyordu.”
Ebedî hayatına ve imana-Kur’ân’a olan hizmetine manen zarar gelmemesi için, beşerin zalimane eliyle gelen sıkıntıların, kaderin adaletiyle kendisini dünyevî her türlü menfaat ve beklentiden uzak tuttuğunu ve asıl maksadın bu suretle hâsıl olduğunu da şu ifadelerle dile getiriyor: “Kader-i İlâhî, ihtiyarım haricinde, dini hiçbir şahsî şeye alet etmemek için beşerin zalimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor; ‘Sakın’ diyor, ‘iman hakikatini kendi şahsına alet yapma! Ta ki, imana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor. Nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.” 3
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 643.
2- Kastamonu Lâhikası, s. 385.
3- Emirdağ Lâhikası, s. 317.