"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çocuklar masum ve nâziktir; İncitmekten titrenmelidir!

Prof. Dr. İlyas Üzüm
13 Aralık 2022, Salı
Çocukluk ister yaratılıştan gelen “ter temiz fıtrat” ister günahsızlığı dolayısıyla bir çeşit “meleklik” olarak tanımlansın; çocuklar özel hassasiyet gösterilmesi gereken—bırakalım istismarı—incitilmesinden titrenmesi gereken yaş grubuDUR.

GÖRÜŞ - Prof. Dr. İlyas Üzüm

Yaratılış ağacının meyvesi “insan” ve “insaniyet”, insan ve insaniyet ağacının çekirdeği “çocuk” ve “çocukluk”tur. Çekirdeğin çürümesi ya da süreç içinde meyve yüklü bir ağaç haline gelmesi onun bakımı ve yetiştirilmesi için gösterilecek ihtimamla yakından ilgilidir. Duyarlı bir anne-baba, bilinçli bir çevre ve sağlıklı bir eğitim ortamı içinde yetişen bir çocuk hem kendi mutluluk ve güvenliğini elde eder hem de toplumun huzurlu ve güvenli olmasına katkı sağlar. 

Bakıldığında sayıları yüz binlerle ifade edilen canlı türleri içinde insan yaratılış ve sahip olduğu özellikler bakımından müstesna bir konumdadır. Kendisine verilen kabiliyetleri geliştirerek gemilerle denizde yüzmekte, uçaklarla semada uçmakta, ilmin dürbünüyle atom altı parçacıklardan gök adalarının derinliklerinde dolaşabilmektedir. En önemlisi kalp ve vicdan gibi insanî donanımlarıyla, imanla, vahyin ışığında gayb âleminin esrarlı dünyasına açılabilmektedir. Kur’an’ın ifadesiyle bir taraftan “en güzel” olarak yaratılan, bir taraftan da sorumluluğunu idrak etmemesi halinde “en aşağılara” düşebilecek olan insanın kemâlâta ulaşabilmesi iman etmesine ve yararlı işler yapmasına (Tin 95/4-5), başka bir ifadeyle tomurcuğun çiçek olarak açmasına bağlıdır. Uzmanlarca hangi yaş aralığında gösterilirse gösterilsin “bebeklik” ile “gençlik” arasındaki dönemi ifade eden “çocukluk”, sorumluluğa konu olan “irade” melekesi tam olarak devreye girmediği için “masumluk” hatta bu bağlamda bir nevi “meleklik” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre her çocuk kelimenin tam anlamıyla “masum” ve bir nevi “melek” hükmündedir.

Çocukluk ister yaratılıştan gelen “tertemiz fıtrat” ister günahsızlığı dolayısıyla bir çeşit “meleklik” olarak tanımlansın; çocuklar özel hassasiyet gösterilmesi gereken—bırakalım istismarı—incitilmesinden titrenmesi gereken yaş grubunu teşkil etmektedir. Çocuklar her şeyden önce Yaratıcı tarafından birinci derecede ebeveynine, sonra da çevre ve topluma bahşedilen bir “hibe” ve bir “armağan” olarak ifadelendirilmektedir. Nitekim ayette şöyle buyruluyor: “…Allah dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları hibe eder (yehebü) yani armağan olarak verir” (Şûra 42/49). Çocukların gerçekte “İlahî hediye” olduğu o kadar aşikârdır ki—fıtratları bozulmuş kimseler hariç—dünyanın her yerinde, her inanç ve kültürde çocuklar el üstünde tutulur, baş tacı edilir. Yine çocuk sevgisinin insanın hilkatine yerleştirilmiş güçlü bir duygu olmasından dolayıdır ki çocuk haklarını korumaya yönelik her ülkede ulusal uluslararası nitelikte resmi ve gayrı resmi birtakım teşekküller oluşturulmuştur. Ancak insan yaratılışı açısından durum böyle olmakla beraber, geçmişte olduğu gibi günümüzde de sadece belli bölgelerde değil dünyanın hemen hemen her yerinde azımsanamayacak oranda, muhtelif çocuk istismarları görülmekte ve bunlar maalesef devam etmektedir. 

Çocuk istismarı genel olarak çocuğun fiziksel veya ruhsal olarak uğradığı her çeşit kötü muamele olarak tarif edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ise bunu “Çocuğun yetişkin bir kimse veya toplum yahut devlet tarafından sağlığını, fizikî ve psikolojik gelişimini olumsuz etkileyen bütün kötü muameleler” olarak tanımlamaktadır. Çocuk istismarlarının birçok türünden bahsedilmekteyse de en yaygın olanları şunlardır: a) Darp ve yaralama gibi fizikî şiddete dayalı istismar, b) Azarlama, küçümseme, tehdit etme, alaya alma, hakaret etme gibi psikolojik istismar, c) Daha çok kız çocukları için söz konusu olan cinsel istismar, d) Temel ihtiyaçlarının yeterince karşılanmaması, zorla çalıştırılma, eğitim hakkından mahrum bırakılma… gibi diğer istismarlar.

Çocuk istismarlarından birisi de özellikle küçük yaştaki kız çocuklarının maruz kaldığı cinsel istismardır. Henüz yeterli fizikî ve psikolojik olgunluğa ulaşmadan evlendirilen kız çocukları için kullanılan “küçük gelin” kavramından psikoseksüel sapkınlık ve rahatsızlık olarak anılan “pedofili”ye varıncaya kadar çok geniş bir yelpazede kendini gösteren bu istismar -haklı olarak- dünyanın her yerinde büyük tepkilere yol açmaktadır. Çocuk cinsel istismar(ın)a maruz kalanların sayısı tam olarak bilinmemekle beraber, mesela Amerika’daki kadınların % 30’dan fazlasının 18 yaşından önce cinsel tacize maruz kaldıkları tespit edilmiştir (Sefa Bulut, “Çocuk Cinsel İstismarı Hakkında Bir Derleme”, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, III, sy. 28, s. 141). Birleşmiş Milletler verilerine göre 18 yaşından önce evlenen kız çocuklarının oranı ülke olarak en fazla Nijer (% 62), Mali (% 50), Çad (% 49), Bangladeş (% 48), Gine (% 46), Orta Afrika Cumhuriyeti (% 42) olarak gösterilmektedir. Yine aynı verilere göre bölge olarak ise Afrika, Güney Asya ve Güney Amerika şeklinde zikrolunmaktadır.

Cinsel istismar kapsamına giren “kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesi” ile ilgili veriler dünya ölçeğinde böyle seyretmekle birlikte, bu tür evlilikler belli oranda İslam dünyasında ve ülkemizin özellikle doğu bölgesinde de görülmektedir. Mesela bir çalışmada -araştırma güncellenmeye muhtaç olmakla beraber- Diyarbakır’da 18 ve altı erken yaş evlilikleri % 42.4 olarak gösterilmiştir (M. Orçan, M. Kar, “Türkiye’de Erken Yaşta Yapılan Evlilikler ve Risk Algısı”, Aile ve Toplum, IV (2008), sy. 14, s. 101). Ancak bu evliliklerde tamamen çocuk denebilecek on yaş altı evlilikler yoktur. İslam dünyasında bazı ilgililerin küçük yaşta evliliği tecviz eden beyanları yahut istisnai olarak vuku bulan bu tür evlilikler medyaya yansıdığında dünya ve ülke kamuoyunda haklı olarak şiddetli bir tepkilere konu olmaktadır. Bu tepkilerin sağlıklı bir mecrada yürüyebilmesi için bizce şu üç noktanın göz önünde bulundurulması zorunlu görünmektedir:

1. Her konuda olduğu gibi çocukların erken yaşta evlendirilmesiyle ilgili olarak da İslam’ın ana kaynaklarında olan bilgi ile zaman içinde âlimlerin İslam adına yaptığı açıklamaları birbirinden ayırmak gerekir. Yaratıcının evrensel mesajı olan Kur’an’da “Sizden bekar olanları evlendirin” (Nisa 4/32) emri verilirken ne bu âyette ne diğer âyetlerde hiçbir yaş aralığı belirtilmemiştir. Hadislerde de Resulullah’ın (asm) bu doğrultuda herhangi bir beyanı yoktur. Esasen evrensel bir kitap olan Kur’an’ın toplumların tarihi, sosyolojik, etnolojik, antropolojik farklılıkları dolayısıyla bir yaş aralığından bahsetmesi de düşünülemez. İslam’ın bu konudaki yaklaşımını onun “makâsıd-ı şeria” adı verilen temel amaçları, aile kurumu ve aile fertlerine yüklediği görev ve sorumluluklarla birlikte ele alınmalıdır. Buna göre en azından şu iki noktaya işaret edilebilir: a) İslamî hükümlerin gayeleri “aklı korumak, dini korumak, nesli/toplumu korumak, hayatı korumak, malı korumak” olmak üzere beş madde halinde sayılmıştır. O halde evlilik yaşının bu maksatları uygun bir dönem ya da çağda gerçekleşmesi gerekir. Nitekim erken evliliklerde hem küçük anne adayı hem doğacak bebek için ciddi risklerin bulunduğu uzmanlar tarafından açıkça ifade edilmektedir. b) İslam’da özel önem atfedilen aile kurumunda temel rollerden birini teşkil eden “annelik” fizikî ve ruhî bakımdan belli bir yetkinlik ve olgunluğu gerektirir. O halde evlenme yaşının bu görevi yerine getirecek yaş ve dönemde olması icap eder. Kendisi çocuk olan bir kişiliğe annelik gibi bir görevi yüklemek İslam’ın bütünlüğü ile örtüşmeyeceğinden bu tür evliliklere yeşil ışık yakması mümkün değildir.

İslam’ın genel umdeleri ve İslamî bilgi kaynakları bakımından önemli yeri olan “akl-ı selim” açısından durum kısaca böyle olmakla beraber, geçmişteki fakih ya da âlimlerin erken yaşta evliliğe cevaz veren yaklaşımlarını içinde yaşadıkları dönemin şartları ve nasları bu istikamette yorumlamalarıyla alakalı olarak değerlendirmek gerekir. Bu çerçevede söz konusu görüşü dillendirenlerin en büyük dayanağı Hz. Peygamber’in (asm) Hz. Ayşe ile evlendiğinde Hz. Ayşe’nin yaşı ile ilgili rivayetlerdir. Birkaç cümle ile değinmek gerekirse; doğum, evlilik, vefat gibi kayıtların hassas bir şekilde kayda geçirilmediği o günkü şartlarda, Hz. Ayşe validemizin yaşı ile ilgili olarak ilki 9-10, diğer 16-19 yaş aralığı olmak üzere başlıca iki tür nakil bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in Kur’an’ı tebliğ etmek ve uygulama örnekleriyle topluma rehberlikte bulunmak şeklindeki misyonunu dikkate aldığımızda (Ahzab 33/21) bu rivayetlerden ikincisinin daha gerçekçi olması gerektiği ifade olunabilir. Nitekim bazı rivayetlerde Hz. Ayşe’nin çocuk yaşta İslam’ı kabul edenlerden olduğu belirtilmektedir. Bu yaşı ortalama beş veya altı olarak düşündüğümüzde, Hz. Peygamber ilk vahyi 610 yılında aldığına göre onun 605 yıllarında doğduğunu söyleyebiliriz. Resulullah Hz. Ayşe ile Medine’de hicretten (622) bir yıl kadar sonra evlendiğine göre (623) Hz. Ayşe annemizin yaşı 18 yaş olarak ortaya çıkmaktadır (bu konudaki rivayetler ve tartışmalar için bk. Ömer Sabuncu, “Hz. Aişe’nin Hayatı, Şahsiyeti ve İslam Tarihindeki Yeri”, Harran Ü., SBE, 2015 Şanlıurfa [Basılmamış Doktora Tezi], s. 54-64). Ayrıca Resulullah’ın bu evliliğine o günkü şartlarda müşriklerin hiçbir eleştiride bulunmamaları da ayrı bir karine olarak değerlendirilmelidir.

Burada işaret edilmesi gereken bir husus da bir babanın veya ilgili başka birisinin kız çocuğunu zorla evlendirmesi konusudur. Bu konuda zaman içinde gelişen sosyal ve kültürel şartlar içinde fakihler muhtelif görüşler ortaya koymuşlarsa da Resulullah’ın—sahihliğinde hiçbir tereddüt bulunmayan—şu beyanı son derece açıktır: “…Rızası alınmadan bakire bir kız evlendirilemez” (Buharî, “Nikah”, 41).

Son olarak bu vesile ile şuna da göndermede bulunalım: İslam Resulullah’ın (asm) beyan ettiği gibi fıtrat dini (Buharî, “Cenâiz”, 92) yani insanın bedenen ve ruhen sahip olduğu özelliklere her bakımdan uygun bir dindir. Zira insanı yaratan ile dini gönderen aynı Yaratıcı, aynı Zât-ı Akdes’tir. Erken yaşta evliliklere haklı olarak karşı çıkarken “evliliği geciktirmek” gibi başka bir uca savrulmaktan da kaçınmak gerekir. Zira bu fertler için olduğu kadar ve toplum sağlığı açısından ciddi mahzurlar taşımaktadır. 

2. Her türlü haksızlığa karşı olduğu gibi çocuk istismarına, özellikle cinsel istismara karşı da itiraz etmek, tepki göstermek, faillerini lanetlemek ve hukukî mercileri devreye sokmak için harekete geçmek hakkaniyet ve adalete riayet etmenin, en azından insan olmanın gereğidir. Ancak bunu yaparken yine hakkaniyet ve adaletin gereğini esas almak, faillerin din, etnik yapı veya tasavvufî kimliği üzerinden itibar suikastında bulunmamak gerekir. Zira suçlar şahsîdir ve suçlunun herhangi bir aidiyeti ile ilişkilendirilemez. Hangi çeşit suç olursa olsun failin aidiyeti ile ilişkilendirilebilmesi için söz konusu suçun o kimliğin ya da o aidiyetin yaygın öğretileri arasında yer alması gerekir. Oysa kimi zaman gerek Batı medyasında gerekse ülkemizde çeşitli ön yargılar sebebiyle bu tür suçlar üzerinde kurumlar veya din yahut dinî kimlikler ağır saldırılara maruz kalabilmektedir. Bundan kaçınmak adil olmanın gereğidir.

3. Çocuk istismarı, istismarların en zalimce olanı; cinsel istismar da insaniyet açısından istismarlar içerinde en canavarcasına yapılanıdır. Her tür istismarın önlenmesi insanın “insaniyet”inin gelişmesine, geliştirilmesine bağlıdır. İslamiyet de Said Nursî’nin ifade ettiği üzere, “büyük insaniyet” yani insanlığın gelişmiş halidir. Toplumda maddî-manevî istismarların önünün alınması bir taraftan bütün toplum kesimlerinin insanî, İslamî bakımdan eğitilmesine, bir taraftan da resmî ve sivil toplum kuruluşlarının görev ve denetimlerini en iyi şekilde yapmasına bağlıdır.

Okunma Sayısı: 5613
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Umut

    13.12.2022 22:30:11

    Daha cok yazilarinizi gormek isteriz

  • YAHYA YILDIZ

    13.12.2022 15:23:18

    Oyle hassas donemlerde dogru ve istikametli bilgileri vermek ancak Yeni ASYA camiasinin degerli ve kiymetli yazarlarina hastir...Bu vesileyle degerli hocamizi tebrik ediyor benzeri yazilarinin devamini diliyorum...Bu arada Hz. Ayse validemizin evlilik yasi ile ilgili cok degerli bir arastirma olduguna inandigim ve yine gazetemizde iki gun ustuste yayinlanmis olan, muhterem bir agabeyimiz olan OMER ORTLEK hocamizin da asagidaki verecegimiz adresteki yazilarinin okunmasi meseleye cok daha guzel bir sekilde vuzuha kavusmasina vesile olacaktir. https://www.yeniasya.com.tr/omer-ortlek/hz-aise-nin-evlilik-yasi-1_496895

  • Şerife Tez

    13.12.2022 13:27:41

    Allah razi dogru islamiyet ve islamiyete yakisan dogrulugu cok nezih ifadelerle vurguladiniz.Kizlarimiz Rabbime emanet....

  • Orhan Ali YILMAZ

    13.12.2022 12:36:44

    Tebrik ediyorum Sayın Hocam, Gerçekten önemli ve yürek yaralayan, hem de "insan" olan herkesi en derinden yaralayan, gündemi fazlasıyla işgal eden şu aktüel konunun, şu cihat-ı sittesiyle tam bir teşrih ve analizi olmuş.. Dimağınıza, hem de şu kaleminize sağlık...

  • abdurrahman

    13.12.2022 10:39:17

    Maşaallah hocam, çok güzel bir yazı olmuş. Allah razı olsun.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı