Cenab-ı Hakk’ın sıfatları, kendisini doğru anlayabilmemiz için zâtî ve sübûtî sıfatlar olarak iki ana kategoride değerlendirilir.
Zâtî sıfatlar, Allah’a (cc) mahsustur. Başka hiçbir yaratılmışla ortaklığı söz konusu değildir. Allah'ın zatına dair, eşi benzeri bulunmayan mükemmellikleri ifade eder. Örneğin: Allah'ın varlığının başlangıcı olmaması anlamındaki "Kıdem" sıfatı sadece O'na özgüdür. Sübûtî sıfatlar ise, (mahiyet farkıyla) insanlarda da bulunur.
Kelâm sıfatı da Rabbimizin sübûtî sıfatlarından konuşma sıfatıdır. Allah'ın konuşması ses, harf ve lafızdan müteşekkil değildir. O'nun konuşması örneğin; peygamberlere vahiy yoluyla kitaplar indirmesidir. Nitekim; Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın Musa (as) ile bizzat konuştuğunu ifade eder. Bu ses dalgalarıyla gerçekleşen diyalog değil, vasıtasız İlâhî bir hitaptır.
Kehf Suresi’nde de: “De ki: Rabb’imin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek bile, Rabb’imin sözleri bitmeden önce denizler tükenecektir” buyrulur. Buradan anlaşılacağı üzere, kâinattaki her varlık Cenab-ı Hakk'ın sonsuz ilmini anlatır. Üzerindeki vahdaniyyet, ehadiyyet mührünü gösterir. Bediüzzaman da, "Öyle ise, her bir nakış, her bir sanat; o gizli Zat'ın bir ilânnamesidir." diyerek kâinatın, okunması gereken "mektubat-ı Samedaniye" olduğunu ifade eder.
Bu bağlamda insanın en belirgin özelliği olan konuşması da Cenab-ı Hakk’ın kelâm sıfatının tecellîsidir. Ağzımızdan çıkan söz, ettiğimiz kelâm bize sorumluluk atfeder. Sözlerimiz yalan olmamalı, lüzumsuz konuşmamalı, gıybetten sakınılmalı. Hatta seslerin kaybolmadığına, havada hıfzedildiğine dair ilmî araştırılmalar mevcuttur. Yani bir gün, harfi harfine karşımıza çıkacaklar. Zilzal Suresinde buyrulduğu gibi; "Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun karşılığını görecektir." Hasılı, konuşmanın hakkı verilmelidir. Yerinde ve dozunda kullanılmalıdır, konuşma yeteneği. İhtiyacı gidermeli, bir boşluğu doldurmalı, Hak adına olmalı, istikametten şaşmamalı, adeta bir tiryak olmalı gönüllere..
İnsan konuşmasıyla ele verir kendini. Çünkü kelimenin görünmez bir gücü ve sihri vardır. Ağır, saygın gibi görünen kişiler iki kelam ettiğinde kim olduğunu belli eder.
"Söz ola kestire başı, söz ola kestire savaşı, söz ola ağulu aşı, bal ile yağ eder bir söz" der Yunus Emre. "Sözünün eri olmak" diye bir tabir vardır halk dilinde. Sözü sağlam, sözü hüccet olan insanlardır onlar. Böyle ehli dîl (gönül ehli) kimselerin sohbetine doyum olmaz. Konuştukça, Lâl-ü güher saçılır etraflarına. Eşref-i mahluk olan insan Rabbinin temsilcisidir yer yüzünde. Kelamullah'ı yansıtmakta, ayinedarlık etme makamındadır. Bilhassa bunun şuurunda olunmalıdır.
Göz ardı edemeyeceğimiz önemli bir konu da "kavl-i leyyin" dediğimiz üslup güzelliğidir. Hususiyetle günümüzde ne kadar hasret, muhtacız böylesi güzel üsluba! Şimdilerde Peygamber (asm) mihrabında bağıra çağıra, kaba bir üslupla söylenenler, dinden gençlerimiz uzaklaşmakta malesef. Asr-ı Saadet tabir ettiğimiz Hz. Peygamber (asm) çağında “Peygamberî dil” hâkimdi. Böylece kısa bir zamanda geniş bir coğrafya, İslâm'ın nurlu iklimiyle tanıştı. Kavl-i leyyin ile anlatılan din, gönüllerde ma'kes buldu. Tekrardan öze dönüşü, Peygamber Efendimizin (asm) mûnis üslubunu kendimize rehber edinmeyi, “Peygamberî dile” sahip olmayı vazife ittihaz etmeliyiz...