"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üniversitelerimiz, üniversal kimlikten uzaklaşıyor mu?

Prof. Dr. Süleyman Yılmaz
25 Mayıs 2023, Perşembe 00:05
“Üniversite özünde evrenselliği temsil eder. Üniversiteye atamayı gerçekleştiren irade üniversitenin iç işleyişine karışabiliyorsa, atamalardan, yatırım bütçesine kadar müdahil olabiliyorsa, bu yaklaşım üniversitenin özgün ve özerk doğasına aykırılık teşkil eder. Üniversite yönetiminin eli serbest olmalı ki, bilimsel bilgi, fikir ve sanat üretimini, inovasyonu teşvik edebilsin, otomomi bağlamında şeffaf ve hesap verebilir olabilsin.''

YORUM - Prof. Dr. Süleyman Yılmaz

Üniversite kavramı, Latince’deki “Üniversitas” kelimesiden gelir. Genel hatlarıyla, “Universitas magistrorum et scholarium” olarak belirtilen ve belli bir amaçla bir araya gelen öğrenciler ve öğretmenler topluluğunu ifade eder. Felsefi anlamda, hiçbir ticari ve siyasi kaygı taşımaksızın bilim, kültür ve sanat üreten merkezlerdir. Antik Yunan döneminin filozofu Plato’nun (Eflatun) M.Ö. 4. yüzyılda kurduğu Atina Okulu günümüzün üniversitesinin ilk temsilidir. Daha sonra bu okulları, İskenderiye, Antakya ve Harran okulları takip etmiştir. Üniversite özünde evrenselliği temsil eder.

Günümüzde ülkeler arası yükseköğretim ağıyla evrenselliği yakalamak için Erasmus ve Bologna değişim programları uygulamaya girmiş, desteklenmiştir. Yükseköğretim; önlisans, lisans ve lisansüstü kademelerine sahip bir ağ olup, mesleki ve bilgi birikimi açısından profesyonelleşmeyi, uzmanlaşmayı ve ihtisaslaşmayı esas alan eğitim süreçlerini içerir. Ülkemizdeki tarihi seyir içinde 2252 sayılı yasayla çıkarılan “Üniversite Reformu” ile Darülfünundan devralınan İstanbul Üniversitesi 1933 yılında, İTÜ 1944, Ankara 1946, Ege ve KTÜ 1955, ODTÜ 1956 yılında resmiyet kazanmıştır. 4 Kasım 1981 Tarih ve 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu ile üniversiteleri koordine etmek için Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurulmuştur. YÖK’ün ilk başkanı İhsan Doğramacı’dır. Üniversitelerimizin tarihi sürecinde devlet ve vakıf olmak üzere Doğramacı döneminde 34, Mehmet Sağlam döneminde 3, Kemal Gürüz Döneminde 21, Erdoğan Teziç döneminde 38, Yusuf Ziya Özcan döneminde 50 yeni üniversite kurulmuştur. Sonraki dönemlerde kurulan üniversitelerle birlikte bugün 208 üniversiteye ulaşılmıştır. İllere göre yoğunlukta İstanbul’da 60, Ankara’da 22, İzmir’de 10, Antalya’da 5, Konya’da 5 üniversite yer almaktadır (Tekeli, 2010). YÖK’ün 2022-2023 eğitim öğretim yılı verilerine göre toplam 208 yükseköğretim kurumunda 6.950.142 öğrenci, 184.566 öğretim elemanı bulunuyor. 2021-2022 akademik yılında yükseköğretim kurumlarından mezun olan sayısı toplam 903.673 kişi olarak belirlendi. Yükseköğretim kurumlarının siyasal dönemine bakıldığında; 2003 öncesinde hâlihazırda 76 üniversite, AK Parti iktidarı döneminde ise 132 üniversite kurulmuştur. Böylece, ülkemiz gerçeğinde birinci, ikinci ve üçüncü kuşak üniversite kavramı geliştirilmiştir. 

Nitelik ve nicelik açısından bu rakamların anlamı nedir? Her ile bir üniversite, her üniversiteye de prototip fakülteler ve bölümler açılması gerekiyor muydu? Bu soruya kendi döneminde 132 üniversitenin kuruluş kanununu meclisten geçiren AK Parti hükümetinin cevabı; “Her genç kendi ilinde okuyabilsin diye, her ile bir üniversite açtık” şeklinde olmuştur. Öğrencilerin kendi ilinden çıkmaması, dış dünyayı tanıyamaması, öğretim elemanı yönünden insan kaynaklarının sağlanamaması, nitelikli bir eğitim alınamaması ve bunun istihdama yansıyacağı kaygısıyla akademik çevreler bu duruma tepki göstermişlerdir. Bu alanda yapılan akademik yayınlarda, “Her İle Bir Üniversite Politikası” sonrasında Türk Yükseköğrenim Sistemi açısından Türkiye’de “Akademik Enflasyon” gerçeğine dikkat çekilmiştir (Yalçıntaş Akkaya, 2019). Avrupa’da işsizlik oranında İspanya ve Yunanistan’ın ardından Türkiye üçüncü sırada yer almaktadır. AB İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) verilerine göre Kasım 2021’de işsizlik oranı İspanya’da yüzde 13,4; Yunanistan’da yüzde 13,3 ve Türkiye’de yüzde 11,2 oldu. Eurostat, basın bültenlerinin başlığında “Eğitim oranı yükseldikçe işsizlik oranı düşüyor” ifadesini kullanıyor. Ancak Türkiye bu hususta istisnai bir durumu temsil etmektedir. 2020 yılı verilerine göre 20-64 yaş arası nüfusta Türkiye’de üniversite mezunlarında işsizlik oranı yüzde 12,7. Katlamalı kurulan üniversitelerle birlikte işsizlik problemi, merkezi hükümetin derdine kısa vadeli çare olmuştur. Ama yeni kurulan üniversiteler ile birlikte mezunların sayısı bir anda artış gösterip, üniversiteli işsizler sayısının aniden yükselişe geçmesi, özellikle gençler ve aileleri üzerinde rahatsızlık oluşturmaya başlamıştır. Bu belirsizlik zaman zaman tepkilere yol açmıştır. Siyasi irade ise, bir yandan “Eğitim konusunda mümkün olan en iyi imkânları sağlamanın gayreti içindeyiz” derken diğer yandan, “Her öğrenci üniversiteyi bitirdiği zaman iş sahibi olacak diye bir şey yok” şeklinde verilen tepkileri sönümlendirici beyanlara dönüşmüştür. İşsiz gençler arasındaki yığılmalar, gençleri yeni bir arayışa, yurtdışına çıkmaya sevk etti. Pek çok alanda yetişmiş gencimiz beyin göçünün aktörü oldular. Genç beyinlerin yurtdışına çıkması ülkemizin en büyük problemi olarak görülmelidir. 

Popülist yaklaşım

Üniversite kurulması hususunda 2008 yıllarında başlayan popülist yaklaşım, sistemsiz artan fakülte ve bölümler öğrenci tercihleriyle öğrenci alamaz hale gelmiştir. Bu problem Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik temel bilim alanlarında kendini iyiden iyiye hissettirmiştir. Mezunlarının istihdam edilememesi kaygısıyla bu bölümler ÖSYM kılavuzundan çıkarılarak pasif hale getirildi. Temel bilim alanlarının öğrenci kaybetmesi, bir ülkenin bilim politikası yönünden ciddi bir problem teşkil etmektedir. Bu problem bazı mühendislik ve iktisadi-mali alanlara da yansıdı. YÖK bir yandan temel bilim alanlarına öğrenci alabilmek için TÜBİTAK üzerinden bu alanları tercih edenlere burs verilmesini, diğer yandan bu alan öğrencilerine pedagojik formasyon sertifikası verilmek suretiyle mevcut problemi aşmayı denedi ama bunda mutlak başarı sağlanamadı. Bu durum, mevcut öğretmen yetiştiren fakültelerin elini de zora sokmuştu. Temel bilim alanlarına pedagojik formasyon verilmesi eğitimciler arasında ikilem oluşturdu. Böylece bu alanlar öğrenci alımında yine amacına ulaşamamış oldular. UNİAR tarafından her yıl düzenli olarak yapılan üniversite öğrenci ve personel memnuniyet anketlerinde maalesef yeni dönem üniversiteleri listenin gerilerinde yer almaktadır. Memnuniyetin yetersiz kalmasının altında, ilgili üniversitelerin kurumsal kimliğini tam anlamıyla oturtamaması, öğrenci ve personel odaklı olmayan yönetim anlayışı, bilim, kültür ve sanat alanında yeterli etkinlik üretmemesi, insan kaynakları yetersizliği, şehrin sunduğu imkânların kısıtlı olması sıralanabilir. Hala personele uygulanan psikolojik mobing, özellikle akademisyen cephesinde bilimsel üretim önündeki en büyük engellerden birisidir. Akademik yükselişleri sağlayan seçici kriterler üzerinde sıklıkla gerçekleşen müdahaleler, akademik yetkinliği ve niteliği sorgular hale getirmiştir. Dil skorunun aşağı seviyelere çekilmesi, doçentlik alanında sözlü sınavın kaldırılması, üniversitelerde doçentlik kriterleri ve akademik teşvik üzerinden gerçekleştirilen intihal (Plagirarism), sahte (fake) dergilerde yayınlanan çalışmalar da bilimsel çalışmaların niteliğini düşürmüş, akademik nosyonu yozlaştırmıştır.

Liyakat esaslı olmayan atamalar ve müdahale

Bu bağlamda, üniversitelerin temel işlevini de değerlendirmek gerekir. Üniversitelerin üç temel ödevi vardır; eğitim, araştırma geliştirme (Ar-Ge) ve toplumla işbirliğidir. Bu misyonu sağlayacak yegâne isimler lider konumunda koordinasyonu sağlayacak rektörlerdir. Rektörler tıpkı bir şirketin CEO’su gibi üniversitesini amaçları doğrultusunda stratejiler geliştirmeli ve hedeflerine ulaştırmalıdırlar. CEO, ihtimal dahilindeki risklere karşı, doğabilecek fırsatları değerlendirip, şirketini zarara uğratmadan azami kâr sağlamak üzere inisiyatif alır, insan kaynaklarını motive eder, kurumuna sağlıklı manevralar yaptırır. Üniversitelerin yöneticileri de üniversitesini hem akademik başarıda, hem sosyo-kültürel etkileşimde, hem teknolojide, hem de şehir ile entegrasyonda etkili rol üstlene bilmelidir. Üniversitelerinde pozitif ve optimum faydaları sağlayabilmek için temsiliyet sıfatıyla siyasî ve ticarî kaygılardan uzak kalmalıdır. Çünkü üniversitenin, özgün ve özerk çerçevede üniversal bir kimliği vardır. Bu kimlik üniversiteyi, diğer kurumlardan biraz daha farklı anlamda konuşlandırır. Atamayı gerçekleştiren irade üniversitenin iç işleyişine karışabiliyorsa, atamalardan, yatırım bütçesine kadar müdahil olabiliyorsa, bu yaklaşım üniversitenin özgün ve özerk doğasına aykırılık teşkil eder. Üniversite yönetiminin eli serbest olmalı ki, bilimsel bilgi, fikir ve sanat üretimini, inovasyonu teşvik edebilsin, otomomi bağlamında şeffaf ve hesap verebilir olabilsin. Üniversite yönetiminin prestij makamı olmadığı talip olanlarca bilinmeli, bunun için suistimale açık yetkiler sınırlanabilmeli, itibar göstergesi sayılan (!) kırmızı plaka ve ultra lüks makamlar saltanatı sonlandırılmalıdır. Atanacak yöneticinin kime ne kadar yakın olmasının üniversitenin tüzel kimliğine hiçbir katkısı olmayacaktır. Liyakat esaslı olmayan atamalar, akademik bünyede keyfilikleri, nitelik bozulmasını ve akademik yozlaşmaları netice verecektir. Üniversite yöneticisi, kendisini atayan iradeye boyun eğecek, objektiflikten uzak değerlendirmelerle insan kaynaklarını şekillendirecektir. Bu hal mütedahil halkalar misali hiyerarşik bir senkrona dönüşecek, işe yarayan/yaramayan herkese akademide yol açılacak, yükselen olumsuzluklar akademik ve bilimsel çıktılara yansıyacaktır. Ülkede şahıs ismine göre, üniversitenin isminin değiştiği örneği üzerinde ciddi durulması gereken uç örneklerden birisidir. 

İlk 500’de üniversitemiz var mı?

Son olarak üniversitelerin ulusal ve uluslararası başarı ölçeklerini değerlendirmek gerekir. ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde kurulan URAP (University Ranking by Academic Performance) Araştırma Laboratuvarı verilerine göre2 ulusal ölçekte birinci kuşak devlet üniversiteleri ve köklü vakıf üniversiteleri ilk onda yer almaktadır. Yine URAP verilerine göre uluslararası ölçekte ilk 500 arasında üniversitemiz maalesef yer almıyor. 500-1000 arasında ise yine birinci kuşak köklü üniversiteler yer almaktadır. THE (Times Higher Education) 2015-2016 verilerine göre, ilk 500 arasında Boğaziçi, Sabancı, Koç, ODTÜ, İstanbul Teknik, Bilkent, Hacettepe yer almasına rağmen şimdilerde ilk 500 arasında maalesef hiçbir üniversitemiz yer almamaktadır. Peki, THE’nin üniversitelerde aradığı kriterler ve yüzdeleri; eğitim (%30), araştırma (%30), bilimsel atıflar (%30), uluslararasılık (%7.5) ve endüstri gelirleri-inovasyon (%2.5) şeklinde sıralanmıştır. Prof. Dr. Orhan Elmacı bu düşüşlerin sebeplerini şu şekilde sıralıyor; 1) Sıralanan üniversite sayısı sürekli artıyor, 2)  Hızlı büyüyen bazı ülkelerin üniversiteleri hızla yukarılara çıkıyorlar. Profesör Elmacı, önerilerini de şu şekilde sıralıyor; 1) Araştırma kapasitesi yükseköğretim üyeleri işe alınmalıdır, 2) Öğretim üyelerine araştırma yapabilmeleri için gereken zaman sağlanmalıdır, 3) Araştırma için gereken mali bütçeler sağlanmalıdır, 4) Araştırma için gereken fiziksel ve kurumsal ortamlar sağlanmalıdır, 5) Araştırma için önemli olan doktora öğrencileri ve asistanlar sağlanmalıdır, 6) Öğretim üyeleri için geliştirilecek değerlendirmelerde araştırma çıktıları öne çıkarılmalıdır. Uluslararası sıralamada üç tane vakıf üniversitesinin olması, “Araştırma Üniversitesi” kavramının amacına ulaştığını henüz doğrulamamaktadır. 

Ne yapılmalı?

Sonuç olarak; üniversite listelemesinde nicelikten çok nitelik ön plana çıkmalıdır. Üniversitelerimizin işleyişini kuruluş kanunundaki temel misyonuna göre şekillendirmek gerekiyor. Yönetim anlayışında liyakat ve ehliyet esas alınmalıdır. Akademik performans ve iklim açısından öğrenci ve personel memnuniyetine azami özen gösterilmelidir. Açılacak fakülte ve bölümlerde istihdam çıktıları göz önünde tutulmalıdır. Üniversitelerin özgün ve özerk kimliğine uygun olarak otonomi ve hesap verebilirliği esas alınmalıdır. Akademisyenlerin, dil, doçentlik sözlüsü vesaire yükseliş kriterleri yeniden düzenlenmeli, makul ve kabul edilebilir seviyeye getirilmelidir. Üniversiteleri araştırma-geliştirmesini sağlayan teknoloji transfer ofisleri, teknokentleri yaygınlaştırılmalıdır. Üniversite mezunları için yeterli istihdam ortamı sağlanmalı ve beyin göçünün önüne geçilmelidir. Okuduğu bölümlerin istihdam sağlama kapasitesinin düşük olması, geleceği sağlama adına o bölüme olan ilgiyi azaltacak ve güvenini zedeleyecektir.  

Kaynaklar: 

- Tekeli, 2010. Tarihsel Bağlamı İçinde Türkiye’de Yükseköğretimin ve YÖK’ün Tarihi, s.194., - Yalçıntaş, Akkaya, 2019, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 74, No. 3, s. 789 – 810. , 1- ASÜ Eğitim Fakültesi., 2- https://newtr.urapcenter.org/

Okunma Sayısı: 2592
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İ. Seyda

    25.5.2023 16:09:51

    Süleyman Hocamıza teşekkür ediyoruz. Farklı konulardaki yazılarını da bekliyoruz.

  • Ömer

    25.5.2023 12:03:33

    Binlerce tebrikler ediyoruz. Tahkik ve tahlil edilmesi gereken aciliyet taşıyan hakikatler.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı