AREFE GÜNÜNDE BİN İHLÂS-I ŞERİF
Aziz, mübarek Kardeşlerim!
Pek çok selâm… Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beş yüz ve Arefe’de dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum; fakat ben, ekser vakitler, duâ içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim.
Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 330
***
Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı geldi. “Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber”lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden “Allahu ekber” dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o “Allahu ekber” kelime-i kudsiyesini semâvâttaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat’ta ve ıydde beraber birden “Allahu ekber” demeleri, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel Âl ve Sahabîleriyle söylediği ve emrettiği “Allahu ekber” kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-Âlemîn azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
Sonra “Acaba bu kelâm-ı kudsînin bizim meselemizle dahi münasebeti var mı?” diye tahattur ettim. Birden hatıra geldi ki başta bu kelâm olarak sâir bâkiyât-ı salihat ünvanını taşıyan “Sübhanallah” ve “Elhamdülillâh” ve “Lâ ilâhe illâllah” gibi şeâirden çok kelâmlar cüz’î ve küllî, meselemizi ihtar ve tahakkukuna işaret ederler.
Meselâ “Allahu ekber”in bir vech-i mânâsı, Cenâb-ı Hakk’ın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür; hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki her şeyden daha büyüktür ki “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir” (Lokman Sûresi: 28.) âyetinin sarahat-i kat’iyesiyle, nev-i beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mânâ itibarıyledir ki darb-ı mesel hükmünde büyük musîbetlere ve büyük maksatlara karşı herkes “Allah büyüktür, Allah büyüktür” der, kendine tesellî ve kuvvet ve nokta-i istinad yapar.
Şuâlar, s. 256-58
LÛGATÇE:
adem: Yokluk.
aks-i sadâ: Ses yankılanması, sesin bir yere çarpıp geri gelmesi, yankı.
azamet-i ünvan: Ünvanının, şöhretinin büyüklüğü.
bâkiyat-ı salihat: Ebedî, daimî olarak yaşayan salih ameller.
darb-ı mesel: Atasözü, vecize.
haşir: Kıyametten sonra bütün insanların yeniden dirilip toplanması.
ıyd: Bayram.
küre-i arz: Yer küre, dünya.
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın terbiye ediciliği.
sarahat-i kat’iye: Kat’i ve kesin bir açıklık.
seyyarat: Gezegenler.
şeair: İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler.
tahattur: Hatırlama, hatıra getirme.
tahayyül: Hayale getirme, hayalinde canlandırma.
ubudiyet: Kulluk.