İki Meseledir.
Birinci Mesele: Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîm’in muktezasıyla, her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur. İsraf ise, ism-i Hakîm’in zıddı olduğu gibi, iktisad onun lâzımıdır ve düstur-u esasıdır.
Ey iktisadsız, israflı insan! Bütün kâinatın en esaslı düsturu olan iktisadı yapmadığından, ne kadar hilâf-ı hakikat hareket ettiğini bil; [“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” (A’raf Suresi: 31)] ayeti ne kadar esaslı, geniş bir düsturu ders verdiğini anla.
İkinci Mesele: İsm-i Hakem ve Hakîm, bedahet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.
Evet, madem gayet manidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir sanat, teşhirci bir dellâl ister. Elbette, her bir harfinde yüzer manalar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın hilkatindeki makàsıd-ı Rabbaniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemal-i sanatını, cemal-i esmasını bildirecek, âyinedarlık edecek. Ve o Hâlık, bütün mevcudatla Kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürat-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semâvât ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdis ile o zîşuurların nazarını o sanatların Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşan’la, o Sâni-i Hakem-i Hakîm’in makàsıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürat-ı cemaliye ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zat, güneşin vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüşahede, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Öyle ise, güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiği derecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi istilzam eder.
Lem’alar, 30. Lem’a, 3. Nükte, s. 611
LUGATÇE:
abesiyet: faydasız ve boş olma.
bedahet: açıklık.
delâlet: delil olma, gösterme.
dellâl: ilân edici.
fıtrat: yaratılış.
Hâlık: yaratıcı, Allah.
iktisad: haddi aşmama, aşırı gitmeme; İlahî hikmete uygun hareket etme.
ism-i Hakem: haklı ile haksızı ayıran ve her işi hikmetle yapan anlamında Cenab-ı Hakkın bir ismi.
ism-i Hakîm: Cenab-ı Hakkın hikmetle, faydaları takip ederek iş gören manasındaki ismi.
istilzam: gerektirme.
kitab-ı kebîr-i kâinat: büyük kâinat kitabı.
makàsıd-ı Rabbaniye: terbiye edici olan Cenab-ı Hakkın maksatları.
risalet: peygamberlik.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve her şeyi sanatla yaratan Allah.
teşhirci: sergileyici.