NOKTA
Gafletten neş’et eden dalâlet, pek garip ve acibdir, mukareneti illiyete kalbeder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yani daima beraber vücuda gelirlerse, birisinin ötekisine illet gösterilmesi, o dalâletin şe’nindendir. Halbuki devamlı mukarenet illiyete delil olamaz.
NÜKTE
Arkadaş!
“Na’büdü”deki 1 “nun”un ifade ettiği cem ve cemaat, fikri ve kalbi ayık olan musallînin nazarında sath-ı arzı bir mescid şekline getirir. Ve bütün mü’ minlerden teşekkül etmiş, şarktan garba kadar dizilmiş safları hâvî o cemaat-i kübra içinde namaz kıldığını ihtar ettirir.
Ve keza, “Lâ ilâhe illallah” olan kelime-i zikriyeyi bir insan vird-i zeban ettiği zaman, zamanı bir halka-i zikir tahayyül etmekle, o halkanın sağ tarafı olan mazi cihetinde enbiyanın, sol tarafı olan istikbal cihetinde de evliyanın oturup cemaatle zikrettiklerini ve kendisi de o cemaat-i uzma içinde bulunarak, şu kubbe-i minayı dolduran yüksek, İlâhî ve tatlı sedalarına iştirak ettiğini tahayyül etsin. Kuvve-i hayaliyesi daha keskin olanlar da kâinat mescidinde bütün masnuatın teşkil ettikleri halka-i zikirlerine girsin, şu fezayı velvelelendiren o sedaları dinlesin.
NOKTA
Cenab-ı Hakk’ın masivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur: Birisi yukarıdan aşağıya nâzil olur, diğeri aşağıdan yukarıya çıkar.
Şöyle ki:
Bir insan, en evvel muhabbetini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla, Allah’ın sevdiği her şeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.
İkinci kısım ise en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah’ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazen de kavî bir esbaba rastgelir, onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete se- bep olur. Şayet Allah’a vâsıl olsa da, vusulü nâkıs olur.
Dipnot:
1- “Kulluk ederiz.” (Fatiha Sûresi: 5.) Mesnevî-i Nuriye, Katre, s. 86
LÛGATÇE:
cem’: Çoğul.
cemaat-i kübra: En büyük cemaat, topluluk.
cemaat-i uzma: Çok büyük cemaat, en büyük topluluk.
enbiya: Peygamberler.
esbab: Sebepler, vasıtalar.
garb: Batı, batı bölgeleri.
hâvî: İçine alan, kapsayan.
illiyet: Sebebi sonuca bağlayan bağ, nedensellik.
kalbetmek: Çevirmek, dönüştürmek.
kavî: Kuvvetli.
kuvve-i hayaliye: Hayal duygusu, hayal gücü.
mana-yı ismî: Bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan manası.
masiva: Allah’tan başka bütün varlıklar.
mukarenet: İki şeyin bitişmesi, beraber olması; birlikte varlık sahasına çıkması.
musallî: Namaz kılan.
sath-ı arz: Yeryüzü.
şark: Doğu, doğu bölgeleri.
şe’n: İş, durum, özellik, yapı.
tahayyül etmek: Hayale getirmek, hayalinde canlandırmak.
tenkis: Noksanlaştırma.
tezyid: Arttırma, çoğaltma.
vird-i zeban: Dilde tesbih, sık sık tekrar edilen duâ, devamlı okunan zikir.
vusul: Ulaşma, erişme.