Allah’a binlerce şükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir dini siyasete alet ittihamı altında, Kader-i İlâhî ihtiyârım haricinde dini hiçbir şahsî şeye alet etmemek için beşerin zalimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor. “Sakın,” diyor, “İman hakikatini kendi şahsına alet yapma. Tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor. Nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.”
İşte Nur Risalelerinin, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi, gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın, kalplerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur, başka bir şey değil. Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde, yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede, bu kadar ağır şerâit altında, Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.
Madem ki, nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara hepsine hakkımı helâl ettim.
Âdil kadere de derim ki: Ben, senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yoksa, herkes gibi gayet meşru ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî, manevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim iman hizmetinde bu büyük manevî kuvveti kaybedecektim. Ben, maddî ve manevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede, hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede, Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve manevî her şeyden ferâgat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.
Bize işkence edenler bilmeyerek, kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek, bizim davamıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz, onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Ben çok hastayım. Ne yazmaya, ne söylemeye tâkatim kalmadı. Belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetüzzehra’nın Risale-i Nur Talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.
Said Nursî
Tarihçe-i Hayat, s. 702
LÛGATÇE:
evham: Vehimler, zanlar, kuruntular.
ferâgat: Hakkından vazgeçme.
füyuzat: Feyizler, manevî bolluk ve bereketler.
hakikat-i imaniye: İman hakikati, imana ait hakikat.
inkişaf: Ortaya çıkma, gelişme.
küfr-ü mutlak: Tam ve kesin bir inkâr.
mahz-ı adalet: Adaletin tâ kendisi.
Medresetüzzehra: Bediüzzaman’ın doğuda yapılmasını idarecilere teklif ettiği, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulmasını düşündüğü üniversite ve bu üniversitenin manevî hüviyetini taşıyan Risale-i Nur Hizmeti.
mekteb-i irfan: İlim ve irfan okulu, irfan yuvası.
şerâit: Şartlar.