Üstad, Barla’dan yirmi küsur sene evvel ayrılmış ve o zamana kadar hiç gitmemişti. Barla ile, kendi Nurs köyünden ziyade alâkadardı. Çünkü hayat-ı maneviyesi olan Risale-i Nur burada telif edilmeye başlamıştı. Kur’ân-ı Hakîm’in hidayet nurlarını temsil eden Sözler ve Mektubat ve Lemaat-ı Nuriye buradan etrafa yayılmıştı. Bu itibarla Barla Risale-i Nur dershanesinin ilk merkezi idi. Barla’daki hayatı, gerçi nefiy ve inziva içinde ve tarassud altında geçmekle acı idi, fakat Risale-i Nur hakikatlerinin telif yeri olduğundan, Üstadın en tatlı ve şirin hayatı da yine Barla hayatıdır denilebilir.
Bu defa Barla’ya nefiy ile değil, hapis ile değil, kendi rızası ile ve serbest olarak gidiyordu. Güzel bir bahar günü, Barla’ya geldi. Barla’daki talebelerinin mühim bir kısmı Üstadı karşıladılar. Üstad, sekiz senelik ikametgâhı olan Medrese-i Nuriyesine yaklaşırken kendini tutamadı; mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Haşmetli çınar ağacı da âdeta kendisini selâmlıyordu. Bir vakitler, yani Barla’da sekiz sene ikametten sonra, Isparta’ya celb edilmişti. O zamanki gidişinde mübarek çınar ağacı Üstadı manen teşyî’ etmiş, haşmetli kanatları olan dallarının Cenab-ı Hakka olan secdevârî ubudiyetiyle Üstadı uğurlamıştı. Bu defa da, yine, uzun bir müfarakattan sonra tekrar Üstada kavuşmanın süruru içinde, Hâlık-ı Rahman’a secde-i şükrana kapanıyordu. Üstad, o mübarek çınar ağacına sarılmış, yanındaki talebelerine ve ahaliye kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti. Zaten göz yaşlarını tutamıyordu. Sonra, Nur Dershanesi olan odasına girdi ve iki saat kadar kaldı. Hazin ağlayışı dışarıdan işitiliyordu.
Evet, şüphesiz, rahmet-i İlâhiyenin nihayetsiz tecellilerine mazhardı. Bir zamanlar Şarkî Anadolu’dan Isparta havalisine sürülmüştü; Isparta’dan da, dağlar arasındaki Barla nahiyesine nefyedilmişti. Burada ölüp gidecekti. Eski tarihçe-i hayatının şehadetiyle çok kahraman ve fedakâr olan bu zat, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in hakikatlerini benimseyen, ferdî ve millî saadeti, İslâmiyet hakikatlerine sarılmakta gören ve bunu haykıran ve delâil-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.
Üç devir geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsî davasından dönmemiş; yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hâdiselerin dalgalarından yılmamıştı.
Tarihçe-i Hayat, s. 694
LUGATÇE:
delâil-i akliye: aklî deliller.
müfarakat: uzaklaşma, ayrılık.
nefiy: sürgün etme.
tarassud: gözetleme, göz altında tutma.
ubudiyet: kulluk.