"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslâm’ı asrın anlayışına sunan eser: Risâle-i Nur

Said YÜKSEKDAĞ
28 Aralık 2019, Cumartesi

“Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı…”

M. Âkif ERSOY

Muazzam bir ideâli veciz bir şekilde dile getiren bu dizeler, vefatının 83. yıl dönümü olan, Millî şâirimiz Mehmed Âkif Ersoy’a ait. Çocukluğu Osmanlı Devleti’nin hasta adam olarak nitelendirildiği döneme denk gelmiş, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet dönemlerine şahitlik etmiş şâirimizin hayatı Millî Mücadele içinde geçmiştir. İstanbul başta olmak üzere, vatanın dört bir yanının işgal edildiği zamanlarda yazdığı şiirleriyle Anadolu halkı üzerinde kara bulut gibi dolaşan ümitsizliği dağıtmak için var gücüyle çalışmıştır. İstiklâl Harbi boyunca insanlarımızı heyecana getiren yazı, şiir ve hutbeleriyle önemli katkılarda bulunmuştur. Ömrü boyunca haysiyetinden ödün vermeyerek örnek bir hayat yaşayan Mehmed Âkif, İslâm’ı asrın idrakine söyletme arzu ve ideâli içinde olmuştur.

Millî şâirimizin bu arzu ve ideâli, Dârü’l-Hikmet’il İslâmiye’de beraber çalıştığı ve bir edipler meclisinde “Victor Hugo’lar, Shakespeare’ler, Descartes’ler; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” diyerek methettiği Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin te’lif etmiş olduğu Risâle-i Nur’la tahakkuk etmiştir.

Evet, zaman ihtiyarlandıkça gençleşen, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ilminden nâzil olan Kur’ân-ı Hâkim, sadece nüzûl olduğu asra değil, her asra hitap eden bir azîm bir deryadır. Öyle ki; âlimler, müfessirler ve müceddidler Kur’ân-ı Hakîm’in kendi asırlarına bakan âyetlerini tefsir etmişler, insanlığın manevî hastalıklarını ve rûhi yaralarını tedavi etmeye çalışmışlardır. Âhirzamanda dahi böyle bir tefsire ihtiyaç hâsıl olmuştur. İşte Said Nursî Hazretleri’nin te’lif etmiş olduğu Risâle-i Nur, insanlığın bu ihtiyacını gidermiş ve yıllardır İslâm’a yapılan saldırılara siper, Kur’ân’a kale, insanlığın rûhî ve kalbî hastalıklarına tiryak olmuştur.

“O nuru gönder İlâhî asırlar oldu yeter!

Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister.”

 Mehmed Âkif’in manevî hastalıkların insanları her yönden istilâ ettiği bir zamanda, bu dizelerle Cenâb-ı Hak’tan istediği nur, Risâle-i Nur ile tahakkuk etmiştir. Peki, nedir bu Risâle-i Nur? Risâle-i Nur “Bin üç yüz yıl evvel âlem-i beşeriyete doğmuş olan güneşin bir in’ikasıdır ve o mânevî güneşin her asırda parlayan lem’alarından birisidir ve beklenilen son mu’cize-i mânevîsidir.” 1 Ve ‘sübjektif nazariye ve mütalâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ın hakîkatlerini rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip, insâniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır. 2 Bu Külliyat, yüz otuz eser olup, büyük küçük Risâleler hâlindedir. İnsanlığın ihtiyaçlarına, muallakta olan bütün sorularına tam ve ikna edici cevaplar veren, aklı ve kalbi nurlandırıp tatmin eden, Kur’ân-ı Hakîm’in yirminci asırdaki manevî tefsiri ve İslâm’ı asrın anlayışına ve idrakine sunan muazzam bir şaheserdir.

Evet, kendi alanında bir şaheser olan Risâle-i Nur Külliyatı, dili ve muhtevasının yanı sıra te’lif ediliş ve tertibiyle de sıradan İslâmî eserlerden çok farklı bir eserdir. Çünkü kendine has bir üslûbu ve tarzı vardır. Her dâim müjdeleyen, korkutmayan ve akılları bulandırmadan sorulara cevap veren, kalbe vesvese akıllara şüphe verecek misalleri zikretmeden mes’eleleri halleden, eşi ve benzeri olmayan harikulâde bir eserdir. Ayrıca bu eser öyle kütüphane ortamında, masa başında daktilo ile te’lif edilmemiştir. Kâğıdın ve mürekkebin çok zor temin edildiği şartlarda, ekseriyetle dağlarda, kırlarda ve zindanların amansız şartları altında, nice işkence ve tarassudlar altında te’lif edilmiştir. İçinde bulunduğu bu zor şartlardan hiç beklenmeyecek bir şekilde akla gelen bütün mes’eleleri halletmiştir. Böylelikle zamanın âlimleri asrın anlayışından uzak bir metod sergilerken, Risâle-i Nur kendine has bir metod geliştirerek mes’eleleri yepyeni bir üslûpla asrın anlayışına sunmuş ve sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa hitap etmiştir.

Risâle-i Nûr’un en önemli bir farkı da sadece din ilimleriyle değil aynı zamanda müsbet ilimlerle de donatılmış olmasıdır. M. Âkif’in “O nuru gönder İlâhî asırlar oldu yeter!” diyerek muntazır olduğu ve insanlığın asırlardır beklediği bu emsalsiz eserler, bir taraftan teknik, fen ve san’at olarak maddiyatı, diğer taraftan îmân ve ahlâk olarak maneviyâtı işlemekte olup kalplerle birlikte akılları da tatmin ve tenvir etmiş ve etmeye de devam etmektedir. Müsbet ilimlerle mücehhez olan Risâle-i Nur, vesveseli şüphecileri, dinsiz filozofları, tabiatperest ve maddeperestleri ikna edip, akıllarındaki bütün şüpheleri izâle ederek, doğrudan Kur’ân’dan ilham aldığını ve İslâm’ı asrın anlayışına sunan bir şaheser olduğunu bütün dünyaya ispat etmiştir.

Millî şâirimiz M. Âkif Ersoy’u vefatının 83. Yılında rahmetle yâd ediyorum.

Dipnotlar:

1) Tarihçe-i Hayat, Said Nursî, Yeni Asya 2013, s. 245.

2) A.g.e. S. 1047

Okunma Sayısı: 2908
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı