Yazıların doğum sancısı ve psikolojisi vardır. Her yazı belli dinamiklerle ayağa kalkar. Yani ürün, ikliminden bağımsız değildir. Yazı insan ürünüdür, yazanın hususiyeti görünür satırlarda. Kelimelerin sinerjisi yazanın iç ikliminden başka bir şey değildir.
Omurgasız yazı; bir duruşu olmayan, çıkar üzerine şekillenmiş yazıdır. Ruhu yoktur. Dik duramaz. Etkisizdir. Ruhsuz beden gibi bir yığına dönüşür.
Her yazı bir iç iklimden doğup gelir. Özünde acı, sevinç olan bir yaşanmışlık vardır. Yazı, hayattardır. Okur, yazının içinden geçerken, o iklime girer; yüreği cız eder, yaşlar boşanır gözlerinden ya da tebessüm olur yüzde dalga dalga kelimeler. Okur, yazarla kol koladır bu saatten sonra.
Yazıda ruh beden bütünlüğü vardır.
Uzanıp yatarken; duruşu olan, şevk dolu, cesaretli bir yazı yazamazsınız.
Bir yazının kelimelerinin ruhunda harf harf ruh beden uyumu vardır.
Ümidi tükenmiş bir insanın kelimeleri hayattar olamaz. Bedenin ruha, ruhun bedene hayat vermediği yazı, yazı değildir. Yaşamadan yazdıklarınız, tuzsuz yemek gibidir. Korkak bir insandan ‘cesaret yazısı’ beklenmez.
Okuyunca sizi ateşleyen yazılar, yaşayan bir yürekten çıkmıştır. Zindan mahsulü olsa da hürriyet aşılar. Öyleler zindanda da hürdür. Kelimeler ‘hür yüreklerde’ pişmiştir. Yaşanmış bir hayatın izleri vardır sözcüklerde. Bu, duyarlı okur için apaçık hissedilen bir şeydir.
Yazı, yürekten gelir. Gerçek okur, hangi yazının nasıl bir kalıptan çıktığını hisseder.
Satılmış kalemden, namusluluk yazısı çıkmaz.
Hain vatanperverlik yazısı yazar, ama o yazı ruhsuz cesettir.
Omurgasız yazılar, omurgalı insandan çıkmaz, omurgalı yazı da omurgasız insandan çıkmaz. Bu tartışmasız bir kanun gibidir.