"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Selâm, ne güzel kelâm

Selim GÜNDÜZALP
27 Kasım 2011, Pazar
Şiddetli kış gecelerinden ve vakitlerin kısaldığı günlerden biriydi. Çocuk, üzerinde pek kalın giysiler olmayan o çocuk, bisikletin önünde babasının sıcak nefesini hissediyordu. Ağzından alıp verdiği o sıcak nefesler, önce onun ensesine değiyor ve nefesinden babasını tanıyordu. Ne kadar güzel bir manzaraydı bu.
Az sonra eve varacaklar, kuzine sobasının sıcaklığında, şimdi yaşadıkları bu soğuk manzaranın yerini tatlı bir sıcaklık alacaktı.
Kedileri de vardı. Bir Van kedisi. O da herkesten önce yerini alır, hırlamaya ya da “Yâ Rahim” çekmeye başlardı. Sıra, erken yer kapanındı burada. Zaten küçücük bir ev işte. Bir mutfak ki, yatma haricinde her şeyin yapıldığı bir mekân. Herkes orada.
Dükkân ile ev arası çok uzak bir mesafe değil. Ama bir çocuk için epey bir mesafedir yine. Çünkü zamanın, metrelerin, çocukluk dünyasında apayrı bir yeri var. Bir dakikanın da, beş dakikanın da, on dakikanın da çok uzun, ama çok uzun bir yeri var. Algılama, büyüklerinki gibi olmuyor. Zamanı idrak, zamanı yaşama, onların zihinlerinde daha taptaze. İşte bu kadar kısa bir mesafe, çok uzun geliyor gözüne. Git git bitmeyen, upuzun bir mesafe oluyor.
Hayalin oynadığı garip oyunlar da var. Bazen toprak kaplı yolda, bazen asfaltta yürüyor bisikletin tekerlekleri. Ve bu, hemen her mevsim tekrarlanıyor. Çocuk, okuldan eve geldiğinde, evden de dükkâna gittiğinde, dönüşü hep babasının bisikletiyle oluyor.
Arada bir babasının mırıldandığı şarkıları, duâları da dinliyor o çocuk. Arada bir babasının başını kaldırıp tanıdıklara verdiği selâmları da dinliyor. Bir, iki, üç, beş, on, on beş… Bazen yirmi - otuza varana kadar selâmlar veriliyor.
Ne kadar da çok tanıdık var… Ne kadar da çok selâm var… Selâmlar ve aleyküm selâmlar, karşılıklı alınmalar… Boşta kalmıyor selâmlar. Ne kadar güzel insanların birbirlerini selâmlamaları. Bir çocuk için ne kadar güven veren bir ortam bu. Bisikletin önündeki çocuk, sadece babasının ensesindeki nefesini hissetmiyor, selâm verirken gür sesini de duyuyor. Ve karşıdan paltosunun yakalarını kaldırmış ve kimi de iyice sarınmış insanların aynı şekilde verdikleri cevabı da duyuyor: “Ve aleyküm selâm!”
Akşamın alacakaranlığından biraz öncesi bu yaşananlar. Dükkânların kepenkleri ağır ağır kapanırken, bisikletin tekerleğinin çıkardığı kendine mahsus bir ritimle eve doğru yol alıyorlardı. Son bir ibadet daha bu dünyadan ayrılırken “Selâmün aleyküm” oluyordu.
Çocuk dünyasında ve ruhunda yankılar yapıyor, güven veriyordu bu sesler. İnsanın ruhu, ibadetle doyar, mübarek kelimelerle dolar. Anlasa da, anlamasa da, bilse de, bilmese de, bu böyledir. Çocuklara bir hediyedir büyüklere olduğu kadar. Büyüklere de birer hediyedir çocuklara ve bütün insanlara olduğu kadar. Sonra sonra anlayacak o çocuk. Selâmın ne kadar kıymetli bir söz olduğunu, selâmı yaymanın bir Peygamber âdeti olduğunu, babasının da rastgele bir söz söylemediğini sonra anlayacak.
Topu topu beş - on dakikalık bir yolculuk, ama uygulamalı bir ders. Hayata, dünyaya, ahirete, Resûlullah’a (asm) ait, Allah’a, ibadete ait güzel bir ders. Oturup da anlatacağınız, maziye dönüp, bakıp da konuşacağınız ne varsa, en küçük hatıraların kırıntısı dahi değerlidir o günlerde.
Sakın ola ki, hatırlamıyorum demeyin. Zihninizin tembelliğinden kaçının. Küçücük bir yolculuğun, şahidi bulunduğunuz bir hatıranın bile ne kadar değerli olduğunu, yeri geldiğinde anlatmadan bilemezsiniz. Sizi dinleyenlerin şaşkın bakışları altında şunu anlarsınız ki, Yaratanın yarattığı her an kıymetlidir. Fakat siz onu ülfetle, alışkanlık ile, normal zannettiğiniz şeylerin arasına atıp kaybettiğiniz ya da orada bırakıp unuttuğunuz için değerini bilmezsiniz. O hatıraya paralel bir hatıra yaşandığında işte unuttuğunuz ya da pek önemsemediğiniz bu hatıra oradan çıkar gelir, hayat kitabında yerini alır. “İyi ki Rabbim bana bu güzel anı yaşatmış.” dersiniz.
Babasıyla ya da annesiyle hatıraları çok azdır insanın. Hele bizim yaşımızdakilerin anne babalarının o kadar çok telâşları, işleri, yapmak zorunda oldukları görevleri vardı ki, bizi sevmeye vakitleri bile yoktu. Fakat sevmenin en güzelini bizi yanlarında götürüp getirirken bizimle konuşmalarında yaşardık her halde. Kuru kuruya sevmelerden, kuru kuruya ilgilenmelerden şüphesiz bu çok daha fazla bir şeydir.
Bakkal Hasan Amca, Tatlıcı Nazmi Ağabey, İplikçi Ali Ağabey, Sabuncu Şükrü Ağabey, Köfteci İbrahim, Hurdacı Cafer Ağabey, Yoğurtçu Şerif Ağabey, Fırıncı Mahmut, Kasap Lütfü Ağabey, Berber Hilmi ve Cemal Ağabeyler…
Bunlar selâm verilmesi gerekenlerden, ama ille de verilmesi gerekenlerden sadece birkaçı. Eski hatıraların yerinde yeller estiği ve çoktan el değiştirmiş o dükkânların önünden geçerken, şimdi alnında ne yazarsa yazsın, ben havada ve cephelerinde sadece bu mübarek kelâmı okuyorum. Babamın o davudî sesiyle “Selâmün aleyküm” deyişini ve karşıdan “aleyküm selâm” cevabını. Dükkânların yaptığı alış verişin en kârlı, en bereketli ticareti, Allah için söylenen sözler ve alınıp verilen bu selâmlar olsa gerek.
Evet, onların maddî kazançları belki azdı, ama manevî kazançları çoktu. Tüccar dediğin, dükkânını geceden açardı. Onlar da öyle yapardı. Yatmadan önce, niyetine girerlerdi ki, bu sabah bir ihtiyaç sahibinin daha işini görmek için erken kalkmalıyız.
Seherde kıyamda olurlardı. İşleri o kadar çoktu ki, hiçbir müşterileri gelmese bile, her dükkânın sahibi, mangallarını yakacak, çıraklar ona göre hazırlık yapacak, sonra börekler, poğaçalar alınacak, yanlarında birkaç zeytin, bir avuç peynir ve yeni demlenmiş sabah çaylarının o nefis kokusu etrafa yayılacak, Bismillah ile ilk lokmalar tadılacak, selâmlar ile, salât-u selâmlar ile güne başlanıp, akşam da yine selâmlar ile kapanacaktı.
Biz bu sokaklarda, sokakların ırmak gibi akıp karıştığı bu caddelerde büyüdük. Şimdi o yolları yayan yürümek, o kadar zevkli geliyor ki, sormayın. Her köşe başında bir hatıra, bir selâm var.
Selâmı alıp verirken insanların yüzünden yayılan bir tebessüm vardı. Sanki kaybettiği malını bulmuş gibi, hiç kimse bu kelâmdan sıkılmazdı, üşenmezdi. Bir rahatsızlık hissetmezdi. Onun için güzeldi bu söz.
Can atardık bir karış daha büyüse de boyumuz, biz de bu selâmı versek diye düşünürdük. Sonra ilk denemelere başladık. “Selâmün aleyküm” dedik. Bu ağır hediyeyi aynı nezaketle bizden de aldılar. Küçüğün, selâmı da küçük değilmiş, anladık. Kendimiz küçük olsak da, selâm büyükmüş. Biz de selâmla geçtik o yollardan. Daha küçük yaşlarda selâmla büyüdük.
Dünden, geçmiş günlerden ve yıllardan kalmış olan selâmları topluyorum. Çocukken topladığım gazoz kapakları gibi... Burada da vermişti, burada da, burada da... Babamın dostlarına ilâveten, şimdi de benim dostlarım var. “Selâmı yayınız.” emri, şimdi bir bayrak yarışı gibi devrediyor, sürüyor.
Büyük şehirlere vardığınızda, selâmı verecek insan bulamıyorsunuz. Tanıyamadığınız simalara da bir şey demeden geçip gidiyorsunuz. Selâmın yaydığı güzelliği, kendi küçük şehrinizin sokaklarında ve caddelerinde ne kadar hür dolaştığınızı o zaman çok daha iyi anlıyorsunuz. Sokak lambalarının aydınlığından evvel, mü’minlerin dillerindeki selâmlar aydınlatıyordu gönülleri, sokakları, geceleri.
Soğuk mu? Evet, adam gibi soğuklar vardı. Sıcak mı? O da öyle. Ne sıcağı, ne soğuğu kaldı. Sadece bir mevsimin hatırlanması için bir işaret taşıydı onlar. O kadar… O günlerden bugüne selâm kaldı. Hiç, ama hiç eskimeyen, her dem yeni ve taze olan selâm kaldı.
Allah’ın Resulüne (asm) armağanı, Resûlullah’ın (asm) bütün insanlara armağanı selâmdı.
“Selâmün aleyküm, ve aleyküm selâm…”
İnsan vefat edip gittikten sonra, dünyaya tekrar dönme imkânı olsa her halde kapı kapı dolaşıp dostlarına selâm vermeyi ve bunu bir ibadet olarak gerçekleştirmeyi, mübalâğasız, abartmadan, sadece ve sadece bir görev addetmeyi, şüphesiz çok isteyecektir.
Ey insanlar, ne duruyorsunuz selâmı yaymak için, selâmla konuşmaya başlamak için? Hayatın kepenklerini selâmla kapayıp hayatın kapılarını selâmla açmak için ne duruyorsunuz?
***
Şimdi dikkat edelim ki, bir şey daha eksiliyor dünyamızdan. Selâm azalıyor. Selâm verecek dostlar da azalıyor. Selâmı aşk ve şevk ile söyleyen ruhların da eski heyecanı gidiyor, şevki sönüyor. Dillerde, ağızlarda yabancı kalıyor. Yabancı kalan kelimeler de, istenmeyen misafirler gibi, bir bir uğurlanıp gidiyor.
Dikkat edelim, kaçırmayalım. Elimizde, evimizde, dilimizde misafir edelim selâmı. Selâmı yayalım dostlarımıza. O çocuğun soğuk kış günlerinde bisikletinin önünde oturduğu, babasının nefesini ensesinde hissettiği ve selâm vererek uzaktan uzağa nice dostlukların kurulduğu, selâm ile soğukların unutulduğu, karşılıklı dost seslerin selâm ile birbirine kavuştuğu, buluştuğu, içlerin ısındığı, selâm ile ruhların doyduğu o günleri bir aziz hatıra olarak yeniden biz de gelecek nesillerimize, torunlarımıza aktaracağımız selâmlı hatıralarımız olsun inşâallah.
Her şey eskir, çöker, gider. Fakat kelâm-ı İlâhî eskimez. Selâm, ne güzel kelâm…
“Selâmün aleyküm…”
Kur’ân’da, hadislerde ve Risâle-i Nur’da geçen selâmlar adedince hepinize selâm olsun…
Hoşçakalın… Selâmün aleyküm…
“Ve aleyküm selâm” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
       
“Selâm olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hâlâ güller açar mı?
Selâm olsun sonsuz; güneşe, aya
Işıklar, gölgeler suda oynar mı?”
— Ahmet Hamdi Tanpınar
       
***
“(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).” (Rad Sûresi, 24)
***
“İşte onlara, sabretmelerine karşılık Cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır.” (Furkan Sûresi, 75)
***
“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.” (Zümer Sûresi, 73)
Okunma Sayısı: 3981
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı