“Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatları ihtiva eden bir hakikat-ı a’zamın bir dalıdır.
Ve hilkat-ı kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi duâ ile istemek ise; dolayısıyla o hakikat-ı umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücud bulmasını ve o şecere-i hilkatın en büyük dalı olan âlem-i bâkinin gelmesini ve tahakkukunu ve kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dâr-ı saadetin açılmasını istemektir…” Şuâlar Risalesi’nde de ifade edilen “Makam-ı Mahmud” hakikatini nasıl anlamalıyız?
Bediüzzaman Hazretleri “Hazret-i Muhammed’e (asm) Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir.” der. Mesnevî-i Nuriye’de Makam-ı Mahmud’un “İlâhî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmünde” olduğu ve bu Rabbanî sofradan lütuf, feyiz ve nimetlerin aktığı beyan edilir.
Makam-ı Mahmud’un lügat manası ise şöyledir: En yüksek şefaat makamı. Peygamberimize (asm) vaad edilen makam. İsra Sûresi’nin (17/79) “Gecenin bir vaktinde sana mahsus bir nafile namaz kılmak üzere uyan, belki böylece Rabbîn seni övülmüş bir makama (Makam-ı Mahmûda) ulaştırır.” âyetindeki bu makam hakkında Peygamberimiz (asm) şöyle buyururlar: “Bu; üzerinde, ümmetime şefaat edeceğim bir makamdır.”
Şefâat ise Kur’ân, sünnet ve icma ile sabittir. En yüksek şefaat makamı Peygamberimize (asm) ait olmakla birlikte; Allah’a yakınlığı nisbetinde ve Rabbimizin izniyle belli kimseler, günahkârlara şefâat edeceklerdir. Burada cay-ı dikkat mevzu, şefaat edenleri ve şefâata mazhar olanları seçenin Cenâb-ı Hak olduğudur. Şefaat etme hakkına mazhar olanlar ise peygamberler, ilmi ile amel eden âlimler ve şehitlerdir. Peygamberimiz (asm), kıyamet gününde kimlere şefâat edileceği hususunu da şöyle beyan etmişlerdir: “Şefâat, çok hatası olup, günaha girmiş mü’minler içindir.”
Mahşer günü, insanların ilk önce şefâatte bulunanı Hz. Muhammed’dir (asm). Zira kendisi Makam-ı Mahmud’a mazhar olmuştur. Çünkü O (asm). insanların en şereflisi, beşeriyetin imamı ve rehberidir. Hamd ve şükrüyle eriştiği kullukta en yüksek mertebeleri aşmış ve Rabbimizin methine mazhar olmuş, böylece hamidiyet ve mahmudiyet gibi ulvî makamların birleştiği Makam-ı Mahmud verilmiştir. (M. Kırkıncı, Şefaat nedir?)
Ayrıca bütün enbiyanın dahi “nefsî, nefsî” dediği bir hengâmda Peygamberimiz (asm), “ümmetî, ümmetî” diyerek ulvî şefkatini göstermiştir. O (asm), yüksek şefaat makamını ve salâvat-ı şerifeleri göndermeyi yine ümmeti için isteyerek kemal-i şefkatini izhar etmiştir. Zira Peygamberimiz (asm), “bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salâvat ve rahmet duâlarını bütün ümmetten istemesi ayn-ı hikmettir.”(Şuâlar) “İşte o zâtın şefaatı altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi: Sünnet-i Seniyeye ittibadır.” (Lem’alar)
Şerh çalışmalarınızı mail adresimize gönderebilirsiniz.
[email protected]