Son zamanlarda başörtülü olduğu halde, başörtüsünü açan kadınların münferit durumlarına şahit oluyoruz.
Bu münferit tercihlerin kitlesel boyut kazanmasını isteyen bir takım kesimlerin de olduğu aşikâr. Zaten başörtüsüne karşı yasakçı bir zihniyette olan bu kesim, bu münferit olayları şaşaalandırıp mercek altına alıp, büyüterek yaygın bir trendmiş gibi göstermeye çalışıyor. Oysaki bu münferit baş açmaların yanında, başörtüsü takan kadınlarında olduğu gerçeğini göz ardı ederek riyakâr tutumlarını sergilemeye devam ediyorlar.
Her neyse, konumuz bu olmadığından, gelelim asıl meseleye. Bu kadınların başlarını neden açtıkları meselesi, üzerinde konuşmamız gereken asıl mesele gibi duruyor. Yaptığım küçük bir araştırmada bu kadınların başörtüsünü açma sebepleri hakkında genel bir kanaat edindim. Hemen hemen hepsinin başörtülerini açmalarında ortak, bazı sebepler olduğunu gördüm. Bu sebeplerin sadece onlara has özel sebepler olmadığını, sosyolojik bir gerçeği yansıttığını da göz ardı etmemek gerekir. Yani asıl mesele başörtüsünü, tesettürünün bir parçası haline getirememiş bütün dindar kadınların meselesidir.
İlk olarak bu sebeplerden bir tanesi bu kadınlardan bazılarının geleneksel bir örtü biçimini tercih etmeleridir. Alışkanlık haline gelmiş olan davranışlarda bilinç yoktur.
Dolayısıyla bilinçli bir tercih ile başörtüsünü takmayan bu kadınlar, maalesef yine bilinçli olmayan bir tercihle başörtülerini açmaktadırlar. Fakat şeytan ve avaneleri bu negatif adımı hür bir adım ve bilinçli bir tercih olduğu noktasında kandırmaya devam etmektedir.
İkinci olarak bu kadınlarda ortak bir nokta, ebeveynleri ve çevrelerinin baskısı ile örtünmüş olduklarını dile getirmeleridir. Söz konusu baskı kalktığında bu kadınların başlarını açtıklarını görmekteyiz. Çok ilginçtir bu söz konusu baskı, bazı üniversite kazanmış genç kızı olan ailelerde, bir okul kazanmanın, hatta gelecek vaat eden iyi bir bölüm kazanmanın neticesinde son bulmaktadır. Anne babaların da birincil hedefleri olan bu sonucu gerçekleştiren kızına, daha müsamahalı davranması ve gencin de bu tutarsızlığı fark edip sonuna kadar kullanmasıyla bu adım daha da kolay atılmaktadır. Maalesef sekülerleşen zihnin, makamın, zenginliğin, statünün pek çok gayr-i meşrû şeyi, meşrûlaştıran veya en azından tepkisizleştiren bozuk bakış açısının acı bir tezahürüdür. Bu durum, Bediüzzaman’ın tesbitiyle evlâdım paşa olsun deyip hafız mektebinden alıp, Avrupa’ya göndermesi meselesinin, diplerdeki ve günümüzdeki şekil değiştirmiş halinden başka bir şey değildir.
Üçüncü olarak belki de en yaygın sebeplerden birisi de İslâmcı geçinen siyasî iktidarın İslâmiyeti temsil noktasındaki zaafiyetidir. Sadece kendi ülkemizde değil genel manada bütün dünyada siyasal İslâm’ın yaygınlaşması ve dindar görünen örgütler ve iktidarların bu temsiliyeti ciddî manada lekedar etmeleridir. Bu zaafiyet patolojik bir takım tepkilerin gelişmesine sebebiyet vermektedir. Patolojik tepkiler ise sağlıklı bir zihnin olmadığının bir göstergesidir. Oysa bir fikrin veya davranışın yanlış temsiliyeti veya istismarı o fikrin yanlış olduğu anlamına gelmez. İslamofobi bu patolojik bakış açısının en başında yer alır. Bu yüzden bu tepki üzerine deizme kaymak veya başörtüsünü açmak fikri bu nokta-i nazardan ciddiye alınacak bir fikir olmadığı gibi meşrûlaştırmak için de bir sebep olamaz.
Bu noktada, deist olanlarla başörtüsünü açanları elbette aynı kefeye koymamak gerekir. Nitekim başörtüsünü açanlar inançlarından uzaklaşmamakla birlikte sadece başörtülerini açtıklarını ifade etmektedir. Lâkin şeytanın adım adım tuzağı olan meşrûlaştırma, alıştırma ve nihayetinde, imandan tamamen uzaklaştırma tuzakları sürecine girdikleri için tehlikenin farkında değillerdir. Yani, öyle bir yolda yürümek, nihayetinde, Allah’ın rahmeti olmazsa, şeytanın zaferiyle sonuçlanacak bir sürece dönüşebilir. Elbette bu başörtüsünü takanlar içinde böyledir. Hiç kimse bu noktada korunmuş değildir.
Her ne kadar başörtüyü açanların açma sebeplerinden bahsetsek de bugün bu sebepler bütün başörtülülerin de içinde bulunduğu durumlardır. Mesele, dinî bir hayatı yaşarken dayandığınız dinamiklerin güçlendirilmesi, bilinç kazanma meselesidir.
Bir başka nokta Kur’ân ve hadislere yaklaşımdaki sıkıntılardır. Çakma ilahiyatçıların ve dini sathileştiren anlayışların verdikleri arzî fetvalar da, dindar kesimde ciddî eksen kaymalarının bir sebebidir.
Yine feminist yaklaşımların dindar camiaların içerisinde dahi giderek yaygınlaşması başörtülü feministler veya dindar kimlik altında kurulan feminist dernek ve vakıf faaliyetleri de kadınların kafalarını karıştırmaktadır.
Son olarak belki de en önemlisi bütün bu sebeplerin de sebebi olan, modern hayatın cazibesi ve sekülerleşme hastalığıdır. Modernlik rüzgârının, başlardan uçurduğu başörtüler, zaten uçuşma aşamasına öyle bir anda gelmemiştir. Pompalanan ideal güzellik algısı, önce pek çok kadını kendi içerisinde kendi bedeniyle ikilemlere düşürmüş, sonra yavaş yavaş başörtüsü altındaki kıyafetlerde yozlaşma başlamış, daha sonra bedeni örtmesi gereken tesettür, bedenin hatlarını daha bir ortaya çıkarmaya evrilmiştir. Sonrasında ise başlarını sımsıkı örten başörtülülerin, yüzleri makyajlanmış, boyun açılmış, saç ucundan gösterilmeye başlanmış, iğneler çıkmış ve düğümler gevşemiş nihayet sonunda da modernizmin rüzgârında başörtüler uçup gitmiştir.
Hasılı; burada meseleyi, sadece başörtüsünü açan veya yozlaştıran kadına indirgemek elbette haksızlık olur. Sekülerleşmenin kasıp kavurduğu ve ayarları bozduğu bir zamanda,
Başörtülü kadınla evlenmek istemeyen erkekler,
Dindar olduğu halde açık bir kadına, başörtülü kadına gösterdiği saygıdan daha fazla saygı gösteren erkekler,
Başörtülülerin makam ve mevki elde etse bile, dindar kesim tarafından bile, hoca hanım, doktor hanım, mühendis hanım olamayıp, yenge, bacı söylemlerine hapseden erkekler,
Dinî söylemleri tepe tepe kulanarak kadına zulmeden erkekler,
Erkek egemen gelenekleri tahakküm sopası olarak kullanan erkekler…
Bütün bu sebeplere rağmen, başörtüleriyle sapasağlam ayakta duran, başörtüsünü tesettürünün bir parçası haline getirebilmiş binlerce kadının duruşu, büyütülmesi gereken cesaretli gerçek bir duruştur.
Bu kadar sert esen menfi rüzgârlara rağmen ayakta kalabilen ve bunun mücadelesini verebilenlere selâm olsun.