Kavramlar arası farkları ve incelikleri iyi kavramalıyız. Yoksa kendi ayağımıza ateş ederiz. Sözgelimi, 7/7 saldırılarından sonra yine toptancılık üzerinden indirgemecilik veya indirgemecilik üzerinden toptancılık yapıldı. Sözgelimi İslâmî kesimlerin tamamına yakını Londra saldırılarını kınadılar. Bunlar arasında Karadavi gibiler de var. Ama birileri ‘Bu yetmez, Irak’taki eylemleri de, Londra eylemleri gibi kınamalısınız. İkisi arasında fark yok’ dediler. Fark olduğunu iddia edenleri de sözlü olarak linç etmek istediler. Aslında niyetleri sapla samanı karıştırmaktı. Kızıl Ken (Ken Livingstone, Londra Belediye Başkanı) gibi İngiliz muhalifler de, elbette Karadavi gibi Londra saldırılarıyla Irak saldırıları arasında ayırım gözetiyordu. Ama bu ayrım birilerinin işine gelmiyor. Irak’taki direnişi de Londra’daki teröre indirgemek istiyorlar. Bunun üzerinden de toptancılık yapıyorlar. Tehlike burada. Blair açısından, elbette ikisi birdi. Bu açıdan İngiltere’nin finanse ettiği bir mekânda Irak direnişi ile Londra terörü arasında bir ayrım yapmak zor. Terör direniş ayrımı gibi, aslında asimilasyon ile entegrasyon arasında da büyük farklar var. Bundan dolayı Müslümanlar müspet katılım diyebileceğimiz entegrasyona karşı değiller. Bunun karşısında da menfî katılım diyebileceğimiz yabancıları kendi kültürel zenginliklerinden soyutlayan eritme projesi var. Buna da asimilasyon diyoruz. Asimilasyoncular Müslümanları kıtada yabancı bir unsur (duhela) olarak tanımlıyorlar ve görüyorlar. Böyle bir tespit karşısında Müslümanların iki seçenekten birisiyle karşılaşmaları kaçınılmaz. Ya kimlik olarak yokluğu ve ademiyeti seçecekler, ya da fizikî olarak ademiyeti seçecekler. Endülüs’te her ikisi de yaşandı. Günümüzde Sırplar da Bosna ve Balkanlar’ı Endülüslüleştirmek istediler. Sırplar ve bazı Batılılar Boşnakları Müslümanlar olarak kıtanın yerlileri saymıyorlardı. Avrupalı Müslüman değil, Avrupa’da yaşayan Müslüman olarak görüyorlardı. Bu durumda Kradziç gibilerinin savunduğu gibi geriye iki şık kalıyordu: Bu yabancılar ya asıllarına dönecekler ve Hıristiyanlaşacaklar, ya da elimine edilecekler. Onları yerli değil de, yabancı göstermek için zaman zaman onların Türklerin bakayası ve kalıntıları olduğunu iddia ediyorlardı.
***
Bu itibarla Avrupa’daki asimilasyoncu anlayış Ferdinand, İzabella ve Miloseviç ve Kradziç’in anlayışıdır. İzabella ve Ferdinand’ın da tarih sahnesinde yargılanması gerekir. Çünkü yapılan bir fetih değil, genosit ve soykırımdır. Kimlikkırımdır. Bu tehlikeyi sezen Müslümanların Batı toplumlarında erime ile dışlanma arasında müspet katılım ve bütünleşme diyebileceğimiz entegrasyonu savunmaları tabiîdir. Bunun üzerinden yeni bir kimlik inşa etmek de mümkün. Tarık Ramazan gibilerinin savunduğu gibi, bu Avrupa Müslümanları kimliğidir. Yapılan istatistikler de gurbetçi Müslümanların bu eğilimde olduklarını ortaya koymaktadır.
Cuma günü, bugün Londra’daki 3 metro ile 1 otobüsü hedef alan ve 52 kişinin ölümüyle sonuçlanan 7 Temmuz saldırılarının birinci yıldönümü. Bu vesileyle son 1 yılın muhasebesini yapan İngiliz basınında, ülkedeki Müslümanların durumuna ilişkin haber ve yorumlara sık rastlanıyor. Times gazetesinin yer verdiği kamuoyu araştırmasına göre, Müslümanlar ve toplumun geneli birbirini yanlış anlama eğiliminde. Araştırmaya göre, kamuoyunun dörtte biri İslâm’ı İngiliz hayat biçimine yönelik bir tehdit olarak görüyor. Sahiden Bush, ‘hayat tarzımızı tehdit ediyorlar’ diyerek, Irak savaşını meşrulaştırmamış mıydı? Dolayısıyla İngiliz toplumumun bu yaklaşımı ırkçı olduğu kadar kaba ve çokkültürlülüğe kapalı ve onu reddeden bir yaklaşım tarzıdır. Marazi bir yaklaşım olduğu inkâr edilemez. Buna karşılık ülkedeki Müslümanların yüzde 36’sı da, İngiliz değerlerini İslâmî hayat biçimine yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyor. Aslında buradaki tesbit daha umumi olmalıydı. O da şu: Batı hayat tarzı denilen tüketime dayalı materyalist anlayış, aslında bütün insanlık değerleri için ontolojik bir tehdittir. Dolayısıyla bundan sadece Müslümanlar değil, bütün beşeriyet kaygı duymalıdır. The Times’ın araştırmasına göre, Müslümanlarla toplumun geneli arasındaki en derin görüş ayrılığı, okullarda İslâmî kıyafet giyilmesi üzerinde odaklanıyor. Buna göre, Müslümanların yüzde 76’sı, öğrencilerin istedikleri kıyafeti giyme özgürlüğü bulunmasını savunuyor. Genel nüfusun ise, sadece yüzde 42’si böyle düşünüyor. Ancak tarafların birbirine yakın görüşlere sahip oldukları konular da var. Örneğin Müslümanların üçte ikisi, toplumun geneliyle entegrasyonlarını geliştirmeleri gerektiğini düşünüyor. Müslüman olmayan nüfusun üçte ikilik çoğunluğu da aynı görüşte. Müslümanların İngiltere toplumuna büyük katkıları olduğunda da, taraflar hemfikir. Bir de entegrasyonu taraflar nasıl anlıyor, onun analizi yapılmalıydı. O zaman daha berrak ve net bir görüntü ortaya çıkabilirdi.
07.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|