Bu yaz tanıdığım yeni simalardan bir tanesiydi. Her bahar çıktığı dağında bahçesi ve sarıkızıyla meşgul oluyor, kışa doğru da şehrine iniyordu. Bahçesinde ektiği domatesler, biberler türlü çeşit sebzelerden bahsederken gözlerinin içi parlıyordu.
Bu sene pazardan ithal tohumdan üretilmiş domates fidelerini de denemek için dikmiş, ama hiç memnun değildi. “Hepsi yabancı tohum. Ne tadı var, ne de tuzu. Saman gibi. Daha benim yerli domateslerim çıkmadı. Onlar geç çıkar, ama tadına doyum olmaz. Kendi tohumlarımı gözüm gibi sakınıyorum” diye ilgiyle dinlediğim konuşmasına devam ediyordu…
Birkaç sene önce yine aynı zamanlarda bahçe işleriyle hemhâl olan bir dostumun “Bak sana ne göstereceğim!” diye bir an kaybolup, sonra hevesle elindeki torbayla çıkageldiğini hatırlıyorum. Bez torbaları dikkatle açıp, bana avucundaki fasulye tanelerini, mücevherlerini gösterir gibi itinayla uzatmıştı Karadenizli arkadaşım… “Bak bunların üstüne başka fasulye tanımam. Benim en kıymetli varlıklarım. Önümüzdeki mevsime Rabbim izin verirse bunları ekeceğim…”
Yerli tohum, ithal tohum meselesi bir tarafa, toprakla hemhâl olan insanların kendileri farkına varmasa da toprağın haline büründüklerini belki siz de müşahede etmişsinizdir. Mütevazî, sessiz, olgun, bilge, keremkâr…
**
İnsan hangi işle meşgul oluyor, ne düşünüyorsa, zamanla o işin renklerini daha fazla aksettiren bir boy aynası oluyor da o aynadan seyrediyorsunuz iç dünyasını sanki… Konuşmalarını, zevklerini, halini, tavrını tartıyor, ölçüyor, değerlendirmeye tabi tutuyorsunuz.
Karşınızdaki için de geçerli bu elbette. O da sizin konuşma, hâl, hareketlerinizin oluşturduğu manevî kimliğinizi yansıtan boy aynanızdan sizi seyrediyor…
“Mü’min mü’minin aynasıdır” hakikatinin mesajlarından bir tanesi bu mu acaba?
Yağmur duâsı
Kuraklığın hüküm sürdüğü, rahmet bulutlarının çoğu kez üzerimizden bir damla yağmur bile indirmeden geçip gittiği günleri yaşıyoruz.
Yeryüzündeki tabiî dengeyi alt üst edecek ölçüde israfın alabildiğine körüklendiği, bütün inançlarda yeri olan yağmur duâsıyla alay edildiği bir ortamda Rabb-i Rahim bizi kuraklıkla tefekküre dâvet ediyor olsa gerek!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin (asm) hayatında yağmurla ilgili o kadar ilginç sahneler var ki! İşte onlardan bir kaçı:
Peygamberimizin amcası ve koruyucusu Ebû Talib, yeğenini kendilerine teslim etmesi için defalarca gelen Mekke müşriklerine şöyle diyordu: “Yeğenim Muhammed’i öldürecek olursanız, bu yolda helâk oluncaya kadar peşinizi bırakmayız. Mübarek yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur niyaz edilen böyle bir zât hiç bırakılır mı? O, öyle bir kerem sahibidir ki, yetimler onun eline bakar, dullar ve yoksullar ona güvenir…”
(Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, s. 264)
Gerçekten de Peygamberimiz (asm) daha kundakta bir bebekken bile bereket sebebiydi. Sütannesi Hz. Halime’nin memleketinde kuraklık her tarafı yakıp kavurduğunda halk kendi inançlarına göre yağmur duâsına çıkmıştı. Halime’nin evine bereket getiren Mekkeli bebeği, duâ eden rahibin kucağına vererek onun yüzü suyu hürmetine duâ etmesini istediler.
Rahip “Ey insanlar! Bu bulunduğu eve bereket getiren Mekkeli çocuktur. Bu hayırlı yavruya olan sevgisi ve lütfu ile yağmur vermesi için âlemlerin Rabbine hep beraber duâ edelim!” dediğinde çok geçmeden berrak, tatlı yağmur damlaları rahmet hazinelerinden gönderilmeye başlamıştı… (A.g.e, s. 74)
Yine sahabelerden Hazret-i Enes (r.a.) anlatıyor:
Bir Cuma günü Peygamber Efendimiz (asm) hutbe irat ediyordu. Minberin karşısındaki kapıdan bir adam girdi ve “Yâ Resûlullah! Mallarımız helâk oldu. Yollarımız kapandı. Allah’a niyaz etsen de, bize yağmur verse!” dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) de “Allah’ım, bize yağmur ver! Allah’ım, bize yağmur ver! Allah’ım bize yağmur ver!” diye duâ etti.
Allah’a yemin ederim ki, bulutsuz gökyüzünde bir bulut belirmeye başladı. Bulut yayıldı, genişledi, yoğunlaştı ve öyle bir yağmur yağdı ki, altı gün güneş yüzü görmedik.
Ertesi Cuma günü Peygamber Efendimiz (asm) minbere yine çıktığında bu defa başka bir adam yine kapıdan göründü ve “Yâ Resûlullah! Mallarımız helâk oldu. Yollarımız kapandı. Allah’a duâ etsen de, artık yağmuru dindirse!” diye yalvardı.
Allah Resulü (a.s.m.) ellerini açtı ve şöyle duâ buyurdu: “Allah’ım! Etrafımıza yağsın, üstümüze değil! Allah’ım! Etrafımıza yağsın, üstümüze değil! Allah’ım bayırlara, dağlara, tepelere, dere içlerine ve otlaklara yağdır!”
Bunun üzerine yağmur dindi, bulutlar çekildi. Namazdan çıktığımızda güneşte yürüdük.”
***
Rahmetin tecessüm etmiş hali olan yağmur için, âlemlere rahmet olarak gönderilen zâtı (asm) vesile yaparak, Rabb-i Rahîm’e duâ etmekten başka çaremiz var mı?
09.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|