6 Eylül 2004 Pazartesi günü, sabah namazına hazırlanırken Hakkın rahmetine kavuşan babamın vefatıyla yetim kalmıştık.
6 Eylül 2004 Pazartesi günü, sabah namazına hazırlanırken Hakkın rahmetine kavuşan babamın vefatıyla yetim kalmıştık.
27 Nisan 2009 Pazartesi öğleden sonra da annem, 83 yıldır taşıdığı can emanetini Sahibine teslim edip, vatan-ı aslînin ilk menzili olan berzah âlemine uçtu. Yetimlerini öksüz bırakarak.
Aslında geçen yıl 12 Şubat’ta kısmî felç geçirdikten ve bilhassa geçtiğimiz 8 Nisan’da yoğun bakıma alındıktan sonra beklediğimiz birşeydi.
Rabbimiz, hastalık safahatını tedrîcen ağırlaştırarak onu da, bizi de bu duruma hazırlıyordu.
Ancak her ne kadar böyle “beklediğimiz” ve “kendimizi hazırladığımız” bir durum olsa dahi, sarsıldık. Sarsılmamak da mümkün değil zaten.
(Arada, kayınbabamız Hakkı Yavuztürk’ün 5 Ocak 2007’deki vefatı da zincirin bir halkası...)
Yazımızın, kabir âlemine göçmüş bütün annelere bir kez daha rahmet, hayattakilere de uzun, sağlıklı, hayırlı ömür dualarına vesile olması dileğiyle, biraz annemizden bahsedelim.
Kuşağına mensup diğer birçok anne gibi, zorluk ve mahrumiyetler içinde geçen, ama asla halinden şikâyetçi olmadığı imanlı, sabırlı, mütevekkil ve kanaatkâr bir hayat yaşadı annemiz.
Rahmetli babamın her türlü dünyevî hırstan uzak, ama helâl çizgide kalma noktasındaki ısrarlı duruşuyla tam bir uyum içerisinde, maddî yokluklardan manevî zenginlikler üreten mutlu bir aile atmosferinin oluşmasına katkı sağladı.
Bunda, Yaratıcımızın ilâhî bir mevhibe ve kesintisiz bir manevî güç kaynağı olarak her anne gibi onun da fıtratına yerleştirdiği şefkatin, hiç şüphe yok ki, son derece önemli bir rolü vardı.
Kendi çocukluk ve gençliği, benzerine çok az rastlanır bir dramla geçmiş; bir kısmını hiç göremediği ağabey ve ablalarının tümünü küçük yaşlarda berzaha uğurlamanın hüznünü ve kardeşleri hayatta olmayan yalnız bir çocuk-genç kız olarak büyümenin burukluğunu yaşamıştı.
Şartlar, okuyup tahsil yapmasına imkân vermemişti. Latin harfleriyle okuyup yazmayı bilmezdi. Ama son günlerine kadar Kur’ân’ı, Cevşen’i, günlük dualarını okumayı ihmal etmedi.
Üstad, dokuz yaşından sonra dünya gözüyle göremediği annesinden söz ederken, onun verdiği derslerin, fıtratında, adeta maddî vücudunda çekirdekler gibi yer ettiğini söyler. Bu, herkes gibi bizim için de geçerli. Meselâ her gece yatarken 21 Besmele okuma telkinini, çok küçük yaşlarda annemden aldığımı hatırlıyorum.
Annem, kısmî felçle hareket kabiliyetinin kısıtlı hale geldiği güne kadar, bir ânını bile boşa geçirmeyen bir dinamizm içindeydi. Her zaman yapacak bir iş bulurdu. Ev temizliği, mutfak işleri, diğer günlük meşguliyetler bittiğinde, artık giyilmez hale gelen eski elbiseleri kesip biçerek, orijinal seccadeler ve minderler haline getirirdi.
Kıt imkânlardan maksimum faydalar üretme pratiğinin çok güzel örneklerini vererek, israf ve gösteriş tüketimi sebebiyle bir türlü krizden başını alamayan “modern aile”lere en sağlıklı çıkış yolunu fiilen gösteren annelerimizden biriydi.
Kısmî felçten iki ay önce, 2007 Aralık’ında Avustralya Nur Vakfının daveti üzerine eşimle birlikte bu kıtaya gitmemiz icab ettiğinde, çocukların başında durmak üzere İstanbul’a geldi.
Ve daha sonra, bir daha gelmek nasip olmadı.
İlâçlar ve fizik tedavi ile kısmen toparladı, ama eski haline dönemedi. Her ne kadar bunu iman ve tevekküle dayalı bir rıza ile karşıladı ise de, o zamana kadar hep hareketli ve çalışkan yaşamış bir insan olarak, bu duruma alışamadı.
Derken, nefes alıp vermede zorlanır hale gelince hastanede yoğun bakıma alındı; nisbeten düzelir gibi oldu, ama bu iyileşme kalıcı olamadı.
Son gece son söz olarak önce “anne,” ardından “Allah” diye seslendikten saatler sonra Rabbine, annesine, babama ve diğer sevdiklerine kavuştu.
Şimdi, feyizli bir cemaatin teşyîi ile defnedildiği, Kütahya’ya hakim Ahi Erbasan kabristanındaki âsûde menzilinde haşri ve bizi bekliyor.
05.05.2009
E-Posta:
[email protected]
|