İnsan hayatının değişik dönemlerinde ilk’lerin her zaman ayrı bir yeri vardır.
Bunun, çocukluk dönemi, diye adlandırılan safhasındaki ilk’lerin ise apayrı bir yeri vardır.
Takriben 5-6 yaşlarında annemden sonra ilk dinî dersimi aldığım, Ermenek/Sarısekviler Cami hocasını hiç unutamam. “Müftünün Ahmet Hoca” namlı, uzun sakallı, nur yüzlü mübarek zata rahmetlik annem tarafından teslim edilmiştim. Ana ocağında önceden ezber ettiğim sübhaneke, tahiyyat ve salli barik vb. kısa duâları tekrar ettiğim o masum ve heyecanlı anlarımla, aylar sonra akabindeki sûreleri bir bir ezberleyip, son olarak da elemneşrahleke’yle eğitimimi tamamlamış olduğum sürecin manevî tadını ise hala o günkü gibi hissederim. Hele bu eğitim sonunda annelerimizin, “kazan eniği” denilen büyük tencerelerde bugday, nohut ve mısır karışımı pişirip ceviz içi ile birlikte oradaki bütün ögrencilere ikram ettikleri “Gölle” denilen kutlama aşının lezzetini hiç unutamıyorum.
Bu hatıradan yazımın ilk paragrafındaki sualin cevabına geçmek istiyorum. Elbette büluğ çağı öncesi küçük çocukların günahsız ve kirlenmemiş ve adeta Cennet çocukları hüviyetindeki masum yüzleri sebebiyle o doyumsuz lezzetleri tatmış oldukları izahtan varestedir.
Yukarıda bahsi geçen eğitim anında cami hocamız bize bazı pratik dinî bilgileri de öğretir ve zaman zaman sorduğu sorularla bilgilerimizi pekiştirirdi. Meselâ bize, “Bizi yaratan Allah nerededir?” diye sorduğunda, “Hocam Allah sadece yerde değil, gökte değil, cem-i mekândan münezzeh ve her yerde hazır nazırdır” diye hep birlikte cevap verir, bu cevabı bazen sağ elimizi kalbimizin üstüne koyup, “hatta kalbimizin içindedir” diyerek tamamlardık. Elbette ki kudret ve azametiyle yerlere ve göklere sığmayan yüce Allah, manen kâinat büyüklüğünde bir arşı olan insanın küçücük kalbine sığar, biz O’nu görmesek de o bizi her an “Nazargâh-ı İlâhi’siyle” görüp gözetler. Ayrıca o günlerde saf ve günahsız halimizle Rabbimizi görürcesine O’nun varlığını hissederek ona inanır; en küçük bir yanlışımızda arkadaşlar olarak “Allah bizleri her an görüyor, bu hatamızdan vazgeçelim” diye birbirimizi uyarırdık.
Buradan da şu hakikate varmak istiyorum: İnsanoğlunun ve hususan Müslümanın, bir taraftan maddî manevî, kazandığı hasene ve sevaplar, diğer taraftan yaptığı yanlışlıklar, işlediği günahlar ve başına gelen kötülükler ve bunlara dayanma gücü, Rabbinin her an onu görüp gözetlediğine inanıp hissetmesi ölçüsünde azalıp çoğalmaktadır. İsterseniz Rabbimizin her an hazır ve nazır olarak bizlere nazar ettiğiyle ilgili bazı âyet ve hadislerin manalarına bir bakalım:
Nerede olursanız olunuz, Allah sizinledir.” (Hadîd Sûresi 5 )
Yerde ve gökte hiçbir şey, aslâ Allah’a gizli kalmaz.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3)
Doğrusu senin Rabbin hep gözetlemektedir. (Fecr Sûresi 89)
Allah, gözlerin sinsi bakışlarını ve kalblerin saklayageldiklerini bilir.” (Mü’min Sûresi, 40)
O halde insanın başta insanlığı olmak üzere bütün maddî ve manevî hayatının şekillenmesi ve insanlığın gelecekte huzur ve mutluluğu yakalayabilmesi, Nazar-ı İlâhi’den gafleti bırakarak, Yüce Allah’ı görüyor gibi bir imana ve Yüce Allah tarafından kendisinin her an gözetlendiğinin şuurunda olan bir ihsana sahip olmasına bağlıdır...