Bilmeceyi bilirsiniz. Sorucu elindeki kalemi gösterir ve “bu elimde tutmuş olduğum sihirli kalem istediğiniz her rengi yazabilir, seçin bir renk ve söyleyin” der. Siz meselâ “sarı yazsın bakalım” dersiniz. Ve o kalem altındaki kâğıda siyah mürekkeple “sarı” kelimesini yazıverir!
Bu bilmeceyi neden hatırladık?
Malûmunuz, AKP’nin medyasında yazan ve AKP eskilerinin eski dostu olan bir gazeteci, köşesinde İstanbul Sözleşmesi’ndeki ısrarlı tutumu sebebiyle AKP’yi ve AKP’li kadınları ağır bir dille eleştirdi. Yazıda “fahişe” kelimesi de geçiyordu.
Bu kelimenin kullanılmasını kendilerine karşı bir hakaret olarak kabul eden AKP’li kadınlar, yazardan bir geri adım gelmeyince yargı yoluna başvurmaya karar verdiler. Hem şahısları ve hem de parti adına ceza şikâyeti ve tazminat dâvâları süreci başladı.
O yazar, eski dostu Erdoğan’a ulaşmaya ve kendisini anlatmaya çalıştı, ama “saray dışı” kalmış olan başka birçok eski dostu gibi o da başaramadı.
Bunun üzerine açık mektuplarla derdini anlatma yoluna yöneldi. Köşesini ve web sayfasını kullandı. Ağır eleştiriler yöneltti.
AKP bu yönden iki parçaya ayrıldı. Kamuoyunda karşılığı bulunan az sayıda bazı AKP’liler o yazarı korudu. Ama yetmedi ve hem dalgalanma ve hem de dâvâlar devam ediyor.
Bunun üzerine o yazarın eşi de “Rabbime arzım ve O’ndan niyazımdır” başlıklı bir açık mektup yayınladı.
Şu cümlesi önemliydi: “Televizyonda önce … Hanımın, sonra da Cumhurbaşkanının eşime yönelik sert ithamlarını ve bu ifadeleri avuçları patlarcasına ayakta alkışlayan kadınları içim acıyarak ibretle izledim bizi karalayan ak kadınları(!?).”
O yazıda hakaret suçu var mı? O yazı suç olmasa bile tazminat gerektirecek kadar ağır bir yazı mı? Fahişe kelimesinin muhatabı kim? AKP’nin kurumsal olarak dâvâ açması siyaseten doğru mu?
Sorular çoğaltılabilir.
Biz meselenin hukuk ve adalet boyutuyla fazlaca ilgilenmedik. Bu sebeple konu hakkında yazmadık. Yanlış anlaşılmasın, adalet bizim işimiz. Sadece bu dâvâ özelinde ilgilenmeye gerek duymadık.
Adaletin er geç tecelli edeceğine inanıyoruz. O yazarın ömrü vefa eder mi bilemiyoruz. Ama bu tür siyasî dâvâlarda adaleti değil iktidar partisini korumaya meyilli çok sayıda hâkimin bulunabileceğinden korkuyoruz.
Adalet hizmetlerinde gelinen bugünkü va- him durumda o yazarın ve şimdiki çevresinin ne ölçüde vebali var, bunu da bilemiyoruz.
O yazarın eşinin mektubunu okuyunca renginin adı “ak” olan, ama kara yazı yazan kara kalemler aklımıza geldi.
Bir topluluk her rengi yazabilecek kadar renkli kişiliklere sahip olmuş olabilir mi? Bir partiyi, bir lideri, bir grubu, iktidar bu kadar fazla değiştirebilir mi?
Ne dersiniz?