Son yazımızda, geçen haftalarda dindar bir tabibin açık kıyafeti sebebiyle bir hastasını muayene etmeyi reddetmesi üzerinden konuyu incelemeye başladık ve önce Nuri Çakır’ın “Başörtüsü Savunmasının Yöntemi ve Haklılık Delilleri” başlıklı makalesinin bir kısmını vererek ön değerlendirmelerinizi bekledik.
Makalenin linki:
https://www.koprudergisi.com/guz-2003/basortusu-savunmasinin-yontemi-ve-haklilik-delilleri
Bu makale de gösterir ki evrensel bir hak olup olmadığı ve sınırları yönünden Müslüman kadınların dinî kimliğini ifade etmesi ve bir şeair (toplumsal dinî motif) olarak başörtüsü takması ile yine kadınların açık-saçık giyinmesi ve vücudunu teşhir etmesi arasında bir kıyas imkânı yok. Biri diğerinden etkilenemez.
Yetişkin kadınların, bedenlerini başkalarınınkine nazaran daha fazla gösterme isteğinin yetişkin erkekleri etkilemekle ve cezbetmekle de ilgili olduğu açıktır. (Bunu iktidarı protesto etmek için yapanlar da çoktur, ama istisnadır.)
Kıyafet tercihi yani rengi, kesimi, desenlenip süslenmesi ahlâkla değil kültürle ilişkilidir.
Ancak kıyafetsizliğin (dekoltenin/açık-saçıklığın) “kıyafet tercihi” ile alâkası azdır. Bu konu daha ziyade ahlâkla ilgilidir. (“Etik” bu yüzden “ahlâk”a eşdeğer değildir!).
“Namus insanın içindedir, insanın kıyafetiyle ya da şurasıyla burasıyla ilişkisi yoktur” diyenler cahil ya da kötü niyetlidir.
Doğrusu şudur: Namus duygusu ve ahlâkîlik kaygısı içten gelirse daha güzeldir. Ama toplumdan gelen dış etkiler ve kınanma korkusu da içi besler, nefsine karşı insanı hizada tutar.
Namus sadece kadın için değildir elbette. Namusuna leke getirmemek isteyen her erkek kötü niyetli kadınlara karşı dikkatli olmak ister.
Bu konuda hassas olan erkek üniversite hocalarının, odalarına kız öğrenci geldiğinde kapılarını açık bırakmayı alışkanlık haline getirmesinin sebeplerinden biri budur.
O halde;
Doktor hastasıyla odasında yalnız kalmıyorsa daha rahat olabileceği açıktır.
Doktor acil hallerde hasta seçemez. Hayat kurtaracak müdahaleyi kime ve nerede olduğuna bakmaksızın yapmakla mükelleftir.
Kamu hastanesinde kamu hizmeti gören doktorun rutin muayene ve tedavi için de olsa hasta seçme hakkı yoktur, olamaz; gelene razı olmalıdır. Hastanın kıyafet ve kıyafetsizlik tercihini dinî ya da ahlâkî bir duruş ya da standart göstergesi saysa dahi bunları nazara alamaz. Zabıta görevi kendisinin değildir.
Özel işyerinde seçme hakkı yönünden bütün serbest meslek türleri aynı değildir. Güven esası ile çalışıyor olsalar dahi meselâ avukatla doktor farklıdır.
O doktorun bu eylemi üzerinden konunun müzakereye açılması uyarıcı olmuş olabilir.
Unutmayalım ki kamusal alan kavramı bu açıdan yeterli değildir.
Plaj da cadde de cami ya da kilise de kamusal alandadır. Ama plaj kıyafeti ile cami/kilise ya da cadde kıyafeti farklıdır.
Plaj kıyafetiyle (açıklığıyla) camiye ve cami kıyafetiyle meyhaneye gidilmediği gibi plaj kıyafetiyle caddeye de gidilmez. Plaj, o kıyafete hazır olup bunu dileyenindir, cadde herkesin.
Önce kıyı şehirlerinin ve sonrasında bütün şehirlerin ve hatta ücra kasabaların plaj taşkınlığı ile dolması bir sapmadır. Alışılması ya da katlanılması gereken bir şey değildir.
Çare nedir?
Devletin kıyafet dayatması ve hürriyetin sınırları yönünden bir uç “çarşaftan kol atılan” Afganistan ve İran, diğer uç “açık bacaklı bıçaklar”la dolu Avrupa ve bilhassa bazı şehirleridir.
“İnsanlık nereye gidiyor” sorusu bu yönden de kıymetlidir.
Gelecek yazıda çözüme odaklanalım.