Anayasa Mahkemesinin Can Atalay kararını ve sonrasında Yargıtay 3. Ceza Dairesinin AYM kararına karşı ısrar ve red kararını değerlendirmeye devam edelim: Daire kararındaki en demagojik değerlendirmelerden biri de şu:
“Ayrıca, Anayasa Mahkemesi, … kendisinin daha önceden yargısal aktivizm sonucu vermiş olduğu ve kamuoyunda üniversitelere başörtü yasağı olarak bilinen, bizce de kabul görmeyen bir kararını gerekçe göstermesi tarafımızdan dikkat çekici bulunmuş ve bir ironi olarak değerlendirilmiştir.”
Yani sanki AYM başörtüsü yasakçısıymış. Halbuki AYM de bu son kararında kendisinin eski başörtüsü kararını eleştiriyor konuyu şöyle aktarıyor:
“Anayasal ve yasal temelleri bulunmayan ve önceleri idarenin keyfi uygulamaları ile yürütülen başörtüsü yasaklarına daha sonra Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 yıllarında verdiği iki kararla hukuksal dayanak bulunmaya çalışılmış, bahsi geçen Anayasa Mahkemesi kararları uzun yıllar boyunca başörtüsü bağlamında din ve inanç özgürlüğünü sınırlandırmanın hukuki dayanağı kabul edilmiştir.”
3. C.D., kararında, AYM’ye “anayasal veya yasal bir yetkisi olmamasına rağmen hiçbir organ tarafından denetlenmemenin vermiş olduğu rahatlıkla da, içtihat yoluyla anayasal yetkisini sürekli artırmak ve kötüye kullanmak” isnadı yapılmış.
Oysa AYM AİHM’den önceki son başvuru kapısı olduğundan Türk hukuk uygulamasının milletlerarası alanda itibarından sorumlu bir mahkeme.
Mehmet Uçum’un tabiriyle “milli yargı” iddiasındaki Daire ise bu durumu gözden kaçırmaya çalışıyor.
Benzer şekilde kararda “yasal bir dayanağı olmamasına ve doktrinde bile tartışmalı bir konu olmasına rağmen, ‘Anayasa Mahkemesi kararlarının objektif işlevinden’ bahsederek …” denilmek suretiyle AYM’nin insan hakları konusundaki “son söz yetkisi” de görmezden geliniyor.
En önemlisi de kararda, AYM için, “kararı veren Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerini ‘ihmal suçunu işlemişlerdir’ şeklinde tehdit etme boyutuna kadar işi vardırmıştır” deniliyor.
Oysa AYM kararında böyle bir ibare yok. Sadece şu var: “kamu gücünü kullanan organların Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamaları, yahut kararlarda varılan sonuçları gözardı etmeleri bu organların kararlarının anayasal meşruiyetine gölge düşüreceği gibi …”
Demagojik izahın sebebini “Bugüne kadar birçok terör örgütü veya üyesi tarafından hem sosyal medya hem de yazılı ve görsel basın üzerinden ya da ilk derece yargılamaları veya temyiz incelemesi sırasında gönderilen dilekçelerle sürekli tehdit edilen Dairemiz üyelerinin, bir de Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde tehdit edilmesi de esef verici ve manidar bulunmuştur.” cümleleri ele veriyor.
Hele bazı yüksek lisans öğrencilerimizin ödevlerindeki şişirme atıflar gibi atıflar içeren (ve atıf yapılan “eser”lerden 11’inin yüksek lisans ve 3’ünün doktora tezinden oluştuğu) bu “yüksek seviyeli bilimsel” karardaki şu “hikmetli sözler”:
“Ülkemizde Anayasa Mahkemesi sadece yasaları iptal ederek yasama organının alanına müdahale etmemekte; ayrıca, bazen yasa koyucu gibi davranarak Anayasa’ya göre aralarında astlık üstlük ilişkisi bulunmayan yüksek mahkemeler üzerinde de süper temyiz mahkemesi olarak vesayet makamı gibi davranmaktadır.”
Bu bakışa göre AYM kanunları iptal ederken yasama organının alanına müdahale ediyormuş!
Kararı böyle yazanların, yasama organının “yasa koyucu” olarak gücü ve yetkisi ile “anayasa değiştirici” olarak gücü ve yetkisi arasındaki farkı ve “vasıflı çoğunluk - salt çoğunluk” ayrımını bilip bilmediği bizce şüpheli.
Kanunların Anayasa’ya uygunluğunu incelerken AYM’nin aslında bu iki Meclis arasında hakemlik görevi yaptığını da galiba onların okuduğu hukuk ders kitapları yazmıyor!
Asıl mesele ise bizce şu: AİHM bilhassa Yüksel Yalçınkaya kararı ile Türk yargısını bilhassa “FETÖ davaları”nda hukuka dönmeye çağırıyor. Bu davaların temyiz incelemesini yapan ve bugünkü kitlesel zulümlü gidişin müçtehidi olan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin bazı üyeleri ise, AİHM’e uyarak kendisini hukuka davet etme ihtimali olan AYM’yi bundan vazgeçirebilmek için, muktedir siyasetin de desteğiyle dolaylı yoldan köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.