Nahit Topaloğlu - Prof. Dr. Ömer Önbaş- Nejdet Pehlivan
“İnsan ebede namzet, ayrılıklar kor ona
Dünyanın fâniliğin haykırıyor Korona.”
(N. Topaloğlu)
Korona ile imtihan olmaktayız. Bulaşıcılık noktasında çok hamarat olan bu illet, ölüme vesile olma cihetinden bir grip kadar bile tehlike arz etmemekte. Lâkin bütün dünya medyasında olduğu gibi ülkemizde de hiç ara verilmeksizin evham pompalanmaktadır.
Peki bir Nur Talebesinin bu tür hadiselere bakışı nasıl olmalıdır? Üstadımız 29. Mektup’ta ölçüyü açıkça koymuştur:
“Cenâb-ı Hak, havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf; iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf MEŞRÛ olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.”
Neymiş?
“ ...beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşrû olabilir.” imiş. O halde nefis muhasebesi yapmalı değil miyiz? Acaba havfımız “meşrû” mu? Yoksa ŞEYTANIN TELKĪNİ de söz konusu mu?
“Hem gizli düşmanlarım hem nefsim, ŞEYTANIN TELKĪNİ ile zayıf bir damarımı arıyorlar ki beni onunla yakalayıp Nurlar’a tam ihlâs ile hizmetime zarar gelsin. En zayıf damar ve dehşetli mâni, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verdikçe hiss-i nefs-i cisim galebe eder; ‘zarurettir, mecburiyet var’ der, ruh ve kalbi susturur; doktoru müstebit bir hâkim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise fedakârâne, ihlâsla hizmete zarar verir.” (Emirdağ 1)
“...Harp içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleri arasında Kur’ân-ı Hakîm’in tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib kâtibine ‘Defteri çıkar’ diyerek at üstünde o nükteyi yazdıran ... Kur’ân’ın bir harfinin, bir nüktesini düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş, ruhunun kurtulmasına tercih etmiş” olan Üstadımız, umum Nur Talebelerine vefatından önce vermiş olduğu son derste bu acip ihlâsı nereden aldığını açıklarken iki noktadan birincisi olarak ne söylüyor:
“Âlem-i İslâmiyetin en acip harbi olan Bedir Harbi’nde, namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için, düşmanın hücumuyla beraber mücahidlerin yarısı silâhını bırakıp cemaat hayrına şerik olmak, iki rek’ât sonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm bir hadis-i şerifiyle emretmiş olmasıdır. Madem harpte bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hâdise-i dünyeviyeye tercih edilmiş. Üstad-ı mutlakın böyle bir işaretinden BİR NÜKTECİK alarak, biz de ruh ve canımızla ittibâ ediyoruz.” (Emirdağ 2)
O halde, Nur derslerini, maske, mesafe, hijyen ve sair tedbirlere riayet ederek yüz yüze icra etmekten bizi alıkoyan nedir? Kaçta kaç ihtimal-i helâket söz konusu ki derslerimiz “sanal” hâle geliverdi? Üstadımızın vasiyet niteliğindeki bu son dersinden bizim de alabileceğimiz BİR NÜKTECİK yok mu? Musîbetin bıçağı kemiğe mi dayandı?
Biz, mahallimizde cemaat olarak Korona musîbetiyle tanışalı beri, derslere hiç ara vermedik.
Umumî dersimizi 6-7 bölgeye yayıp maske, mesafe ve sair tedbirlere riayet ederek yüz yüze sohbetlerimizi devam ettirdik, ettiriyoruz. Belâ ve musîbetlere karşı en tesirli sadaka Nur hizmetidir.
Dijital Nur derslerine kimsenin diyeceği olmaz, lâkin hizmetin normal akışı devam ederken yapılmalı bunlar. Sanal dersler asla yüz yüze derslerin yerini tutamaz, aynı feyzi ve neticeyi veremez.
“Vahşi bir bedevî sahradan gelir, Kelime-i Şehâdetten sonra sohbet-i Nebeviyenin iksiriyle birdenbire başkalaşır. Kendi kendine benzemez. Başka kavme gider, muallim-i hikmet olurdu.” (ESDE-Şuâât)
“Sahabelerde öyle bir hassa-i sohbet var ki, velâyetle yetişilmez ve Sahabelere tefevvuk edilmez.” (29. Mektub)
Yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza hâlinde onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin-i Süyutî bile en küçük bir sahabenin derecesine erişemiyor. Neden? Efendimizin (asm) yüz yüze sohbetiyle müşerref olamadığı için.
Efendimizin (asm) temessülüyle sohbet, nasıl kişiyi “sahabe” yapmıyor, vicâhen sohbetine nail olmanın yerini tutamıyorsa, hiçbir sanal Nur dersi, hiçbir dijital sohbet, yüz yüze yapılan Nurderslerinin yerini tutamaz.
Cemaatî ibadetlerde birbirini vicâhen görmek şarttır. Kâbe’den canlı namaz yayınında televizyonu açıp Kâbe’ye karşı namaz kılsak “Namazımızı Kâbe’de eda ettik.” diyebilir miyiz?
Yeni Asya okuru kardeşlerimiz mahallerinde durum değerlendirmesi yapmalı ve şu sorulara cevap vermeli: Yüz yüze derslerimizi dijitale devşirmek isabetli bir uygulama mı?
İhtiyatkârâne havfımız MEŞRÛ mu?