Bir okuyucumuz, “Üstadımızın ‘Bu milletin perişaniyetine, fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir’1 sözünü nasıl anlamalıyız?” diye sordu.
Buradaki mefhumların kelime anlamlarını vererek başlayalım: Nur-u kalb; kalbin nuru, aydınlığı. Müterafık; arkadaşlık, refakat etme, beraberlik. Zekâvet-i betra; verimsiz; skolastik, alternatif fikirlere yer vermeyen düşünce, zekâ. Bu millette zekâ var, ancak, kalb nuruna refakat etmeyen, verimsiz, işletilmeyen zekâ sermayesidir.
Akıl ile zekâ farklıdır. Akıl, ölçme, biçme cihazı, değerlendirme melekesidir. Zekâ ise, hayal, hafız, akıl, kalb, kuvve-i müfekkire, ruh, sır ve sair latifeleri kapsayan bir melekedir. “Aklın, kalbin hizmetçisi, yardımcısı, tasvircisi” olan hayal malzeme toplar; hafıza depolar; akıl ölçer ve kalbe gönderir.
Bunlar da duygusal, sözel, mantıki, matematiksel, görsel, tabiata yönelik bedensel zekâ olarak sıralanır. İnsan dimağı sayısız karışık mesajları ayırıp tasnif edebilecek duygu, his ve lâtifeleri geliştirip genişletebilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. Böylece, “Rûhî zekâ (SQ), zihnî zikâ (IQ) ve duygusal zekâ (EQ)” çoklu zekâyı kapsar. Zekâ, en basit öğrenme olayları ve alışkanlıklarla gelişme seyrine devam eder.2 İşte zekâ çeşitleri, yetenek ve becerileri okuma, gözlem, inceleme, tetkik ederek ve öğrenerek geliştirebiliriz. Kur’an’da geçen “düşünmüyorlar mı; akıl sahipleri ibret almıyorlar mı;3 düşünmeyecek misiniz?” gibi ifadeler çoklu zekâya yoğunlaşmamızı sağlar. İbadet anında zekâ merkezi olumlu mesajlar aldığından, duygusal beyin bölgeleri olan limbik sistem, abartılı kimyevi madde hormonları daha az salgılar ve otonom sinir sisteminin çalışma ahengi normalleşir.4
Kâinat kitabıyla birlikte Kur’an’ı yorumlayan Risale-i Nur da girift hadiselerin sırlarını çözen hârika bir tefekkürnâme; aklı, zekâ ve düşünme melekemizi uyarıp çalıştıran çoklu zekâ kazandıran bir külliyattır. “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder.”5 Zekâvet-i betra, aşırı ancak, faydasız zekâ, demektir. Böylece, nur-u kalb ile zekâ müterafık (refik, arkadaş, beraber) olur zekâvet-i betra (verimsiz zekâ) ortadan kalkar; fikri, ilmi, teknolojik gelişmelerin kapısı açılır.
Dipnotlar:
1-Sünûhat, Enst./inter., s. 82.;
2-Hebert Sorenson, Eğitim Psikolojisi, MEBY, İst., 1975, s. 52.;
3-En’am, 50, 2.;
4-Sözler, s. 27.;
5-Münazarat, Enst./inter., s. 127.