Eskiden 4 hakem; şimdi ise, 3 video yardımcı olmak üzere 3 hakem daha eklendi. Yani ”22 kişiyi 7 hakem yönetiyor!” Video Asistan Hakemliği ilginç: Müsabaka sırasında orta hakemin verdiği ve yanlış sayılabilecek kararları, video ile izleyerek, orta hakeme iletmekle yükümlüymüş.
• Bir gazeteyi genel yayın yönetmeni, genel yayın koordinatörü, yazı işleri müdürü, spor ve sair müdürler, Yayın Kurulu, genel müdür, personel, satış, pazarlama, dağıtım müdürleri, vs.
• Bir okulu, bir fakülteyi, bir üniversiteyi kaç kişi yönetiyor? Bir fabrika, şirketi, holdingi-CIO'u (Chief Information Officer) dahil-kaç kişi yönetiyor?
Peki, Türkiye’yi? Güçlendirilmiş ucûbe cumhurbaşkanlığı ile bir kişi! Böyle bir saçmalığı nasıl yaptık, nasıl göz yummaya devam ettik, hâlen kimler göz yumuyor? Üstelik sistem de dikta, riyaset-i şahsiye, tek kişiye dayalı. İşte baş idarecinin özellikleri: • Alt yöneticiler de müdür gibi ya da patron gibi düşünür, düşünmek zorunda. • Komuta zincirini takip eder, • Kararların çoğunu tek başına alır, • Bilgiyi saklar, • Pazarlama ya da finans gibi büyük bir disipline hâkim olmaya çalışır, • Uzun zaman talep eder. (Devamlı “bir 4 sene, bir 7 sene daha verin!..” der.)
Şahsa dayalı yönetim, istibdat/diktatörlüktür. İşler, yukarıdan en alt kademe veya en alt kademeden en üst makama kadar emir-komuta zinciri içinde yürütülür. İşin ehliyle kurumsal meşveret, oylama yok! İşte sonuç, Türkiye’nin hal-i pürmelâli! Alt yöneticiler konuşmaz mı? Konuşur, hatta son sözü onlar söyler: Haklısınız müdürüm, haklısınız başkanım! Bunun için Bediüzzaman, “Riyaset-i şahsiyenin kat’iyen aleyhindeyim.” (ESDE, Nutuk, s. 196.) diyerek her kurumda meşvereti/demokrasiyi, meclisi, şurayı esas almıştır. Hatta, Kur’an‘ı bile bir kişinin tefsir edemeyeceğini, her ilim dalından uzmanların bir araya gelmesiyle yapılabileceğini söyler.
İşte müstebit sistemin sonucu: “Hakikaten acib ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara” verir, “ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde; bir hakimiyet, bir ağalık, bir nemrutçuluk ile nefse gayet zevkli bir hakimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak” verilir, “kuvvet kanunda olmazsa, şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur. (Emirdağ Lâhikası, s. 386.)
Ve işte yönetimde ihlâs ve idarecinin ihlâsı: “Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.”
(Lem’âlar, s. 165.)