İslâm hakikatleri donuk değil, bilâkis gelişme istidadındadır.
Yeni durum, oluşum ve gelişmelere karşı strateji belirler. Yeniler ve yenilenir. Bunun delilleri, “Verrasihune fil ilmi/İlimde derinlik sahibi olanlar…” (Al-i İmran Sûresi, 7) ve Nisâ Sûresi, 59, 83, 125. âyetleri ve “Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 1) mealindeki hadisidir.
Çağımızın en temel özelliği, işin “ehline, uzmanına, ihtisas sahibine, otoritesine” sormak, yaptırmaktır. Dolayısıyla “her mevzuda azar azar bir şeyler bilmeyi değil, bir konuda çok şeyi bilmeyi gerektirir. Mütedeyyin ilim, fikir ehli, yönetici-idareciler de onları dinlemek zorunda. Çünkü, işin “ehli, uzmanı, otoritesi, yetkilisi” onlardır. Eğer onlar dinlemezlerse, kendileri de dinlenilmeye layık değildirler!
Hadis-i Şerifte mealen, “Her kim, imama itaatten bir el kadar ayrılırsa, Kıyamet gününde Allah Teâlâ’ya (cc) ameli hususunda, lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda bey’at olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş gibi olur.” (Sahih-i Müslim, 1851) “Zamanın imamına bey’at etmeden (onu belirleyip bağlanmadan) ölen kişi, cahiliye ölümü üzerine ölür.” mealindeki hadis-i şerif müçtehid ve müceddidleri dinlemeyi gerektirir.
Kur’ân ve Hadisin (Sünnet-i Seniyyenin) “iman, ibadet, ahlâk, ukubat” meseleleri ve içtimaî, siyasî ölçü, prensip, strateji ve hizmet metotlarında ahkâm kesemeyiz. Doktor, mühendis, siyasetçi veya başka bir meslek erbabına da değil, uzmanına gidilmeli.
Bediüzzaman; ilim, fikir, teknoloji ve ekonomik gelişme ve verimli üretimin de ihtisaslaşma, uzmanlaşma ile mümkün olacağını söyler: “Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O ferdî çalışmanın, her günde yalnız üç iğne, o ferdî san’atın meyvesi olmuş. Sonra, teşrikü’l-mesâi (işbirliği) düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkezâ... Herbirisi iğne yapmak san’atında yalnız cüz’î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür’atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesâi ve taksim-i a’mâl düsturuyla olan san’atın semeresini taksim etmişler. Herbirisine bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler.” (Lem’alar, s. 169) “Teşrikü’l-mesâi (işbirliği), taksim-i a’mâl (iş bölümü) “basit, cüz’î işte meleke kazanarak seri hareket!” Demokrasi ile idare edilen ülkelerdeki “ilim, teknoloji, adalet, hürriyet, ekonomik” gelişme ve “refah” da bu prensiplerin isabetini göstermiyor mu?