Bir kardeşimiz, “Kişi, canına kastedeni, malını gasbetmeye kalkanı ve nâmusuna el uzatanı öldürürse katil olur mu?” diye soruyor.
Bir Müslümanın temel vazifesi, Kur’ân ve iman hakikatlerinin güzelliklerini yaşamak ve anlatmaktır.
İslâmın kelime anlamı barış, emniyettir. İman şefkatli olmayı gerektirir. Şahsına karşı işlenen suçları, kabahatleri affetmesi tavsiye edilir. Karşılığında büyük bir mükâfat vaad edilir.
Hatta, cinayet işlendiğinde bile af ile, diyet ile sulh yolu tercih edilir.
İslâmiyet, “sözlü şiddet olan gıybeti” bile yasaklar.
Ancak, saldırıldığında meşrû müdafaa haktır. Yani, bir kişinin canına, malına veya namusuna saldırılırsa, onun da bu saldırıyı def etme hakkına sahiptir. Savunma hakkı, Kur’ân’ın emridir:
“Onun için size kim saldırırsa, sizin de tıpkı onların size saldırdıkları gibi, karşılık verin. Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah takva sahipleri ile beraberdir.” (Bakara Sûresi, 194.)
Ancak, saldırıyı def etme, saldırının cinsine göre olmalı veya haddi aşmamalıdır. Şöyle ki: Saldırganı söz ile püskürtmek mümkün ise söz ile, sopa ile mümkün ise sopa ola, yaralayıcı bir nesne ile uzaklaştırmak mümkün ise onunla, değil ise kesici, onunla da mümkün değilse, başka bir ateşli silâhla bunu yapmak caizdir.
Fakat, “söz” ile def etmek imkânı var da, sopa kullanılırsa veya kesici bir alet kullanarak zarardan kurtulmanın yolu varken, ateşli bir silâh kullanmak haramdır, yasaktır.
Eğer, müdafaa saldıranı öldürmek ile mümkün olabiliyorsa, meselâ, saldırgan öldürücü bir alet, bıçak, kılıç, tabanca çekmiş ise, müdafaa edenin onu öldürmesi mübahdır. Başkasını yardıma çağırmak mümkün ise, öldürmesi caiz değil. Çağırana kadar öldürülme endişesi varsa, yine kendisini ölümden korumak öldürürse, buna hakkı vardır.
Can, mal, namusu koruma uğruna çarpışmanın caiz olduğunu gösteren hadis-i şerif şöyledir:
“Her kim dini uğruna öldürülürse o şehittir, her kim kanı uğruna öldürülürse o şehittir, her kim malı uğruna öldürülürse o şehittir.” (Sübülü’s-Selam, IV, 40’ta, dört Sünen’de geçtiği kayıtlı)
Evet, meşrû müdafaa, mübahtır. Hem medeni, hem de ceza hukuku açısından kendisini müdafaa eden kişiye sorumluluk yüklenmez. Ancak, meşrûiyet sınırını aşmaması gerekir.
Bütün bu ruhsatlara rağmen, İslâmiyet, maddeyi, maddeperestliği esas almaz. Dünya malı ve hayatı, o kadar kıymetli bir şey değildir ki, onun uğrunda, “ölünsün veya öldürülsün.” Çünkü, herşeyin başı ve esası olan hayat, Allah’ın en parlak mu’cizesidir ve herşeyi onun etrafında toplamıştır.
“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir” (Mâide Sûresi, 32.) âyetinin azametli tehdidini düşünerek hareket etmek ve hissiyata mağlûp olmamak gerekir.