şimdi Bediüzzaman’a göre belli başlı ve lâtifelerin ve Lâtife-i Rabbaniye denen kalbin vazifelerine göz atalım: “Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı (duygusu, hissi) olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’ her birinin bir gayetü’l-gàyâtı var:
“İraden ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır.
Lâtifenin, müşahedetullahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye (nemalandırma, arttırır), hem tehzip (Düzeltir, ıslâh ve terbiye eder), hem bu gayetü’l-gàyâta (Gayelerin gayesi, gayelerin son noktası, esas hedefe) sevk eder.” 1
Ruhumuzun manevî gözü olan lâtîfe-i Rabbaniye gaflet ve dalâletten gelen küçük bir haleti kaldıramaz, söner, kapanır. 2 Nefes alması ve yaşaması namaz ve zikre bağlıdır. Zira namaz, aynı zamanda “kalp için gıda, ruh için su, bu lâtîfe için ise hava gibidir.” 3 Bu muhtelif lâtîfelerin hepsi, muhtelif tecelliyâtı alabilmek içindir. Genelde iman ilmi ve zikir, özelde Risale-i Nurlar, bu lâtîfelerin çoğunu besler ve güçlendirir. “Akıldan başka çok letâif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.” 4
Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin letaife bakan yönlerini de izah ve ispat eden “Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa, yalnız akıl cüz‘î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler.
Dolayısıyla meselâ zikreden bir adam şuuru taalluk etmeden gafilâne zikrediyor olsa bile bu lâtîfeler sayesinde yine de feyz-i İlâhîyi celbeder, alır. “Binaenaleyh gafletle yapılan zikirler dahî, feyizden hâlî değildir” 5
“Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.” 6
Risale-i Nur, baştan ayağa Esma-i Hüsna ile ve Kur’ânî kelimelerle örüldüğünden aynı zamanda bir tefekkür ve zikir (anlama, anma, düşünme) kitabıdır. “Herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz.” 7 denilen nokta burasıdır.
Başka bir eserinde de, “Daha ziyade derin gittiğinden, elbette her adam her meseleyi her cihette anlamaz. Fakat herkes her meseleden bir derece hisse alabilir.” 8
İlginç bir nokta daha vardır ki, ibadet ve zikirle alınan bu feyiz, ruhun bu lâtîfelerini beslediği gibi onlar vasıtasıyla maddî gıda gibi bedeni de güçlendirir. Dolayısıyla lâtîfeleri, mülk cihetine yani bedenlerine hâkim olan Seyyid Ahmed-i Bedevî gibi zatların maddî bir gıda almadan kırk gün riyazete devam edebilmesi” 9 bununla izah edilir.
Hülâsa, bedendeki beş duyu nasıl ki, mülk âlemindeki tecelliyât-ı İlâhiyeyi, yani görüntüyü, sesi, kokuyu, tadı ve teması algılayarak bize Hakk’ı tanıtır. Aynı şekilde ruhumuzun alıcıları olan lâtîfeler de bize melekût âleminden Hakk’ın feyzini koklatır, ilhamını işittirir, cemalini müşahede ettirir, muhabbetini tattırarak bizi Hakk’a ulaştırır. 10
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şâmiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, Risale-i Nur Enstitüsü/internet, s. 143. 2- Mesnevî-i Nûriye, Zühre, 14. Nota. 3- 21. Söz, 1. Makam, 2. Îkaz. 4- Emirdağ L. 1, 65; 26. Mektup, 4. Mebhas, 2. Mesele; Kast. L. 18. 5- Mesne- vî-i Nûriye, Hubab, 87. 6- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikâsı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, Risale-i Nur Enstitüsü/internet, s. 59. 7- Şuâlar, s. 91. 8- Bediüzzaman, Lem’alar, s. 333. 9- 12. Lem’a, 1. Nükte. 10- Abdurrahman Aydın, Şeni Asya, 10 Temmuz 2019.