Hz. Âdem (as) ile Peygamber Efendimiz (asm) arasında 124 veya 224 bin peygamber gönderildiği rivâyet edilir.
İnsanlığın bu mümtaz şahsiyetleri, önderler, elçiler, resuller, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ ettiler, hem maddî-teknik, hem de mânevî-sosyal açıdan insanlığa önder oldular.
Peygamberlerin dâvetini kabul edip dinleyenler ve getirdikleri hakikatlere imân edenler elbette sonsuz Cennet hayatı, etmeyenler ise, sayısız nimetleri inkar ve isyanlarından dolayı cezâ olarak ebedî zindan olan Cehenneme atılırlar. Bu, aklın, vicdanın, kabul ettiği bir olgudur.
Peygamber gönderilmeyen ve tebliğlerinin ulaşmadığı insanların durumu nedir?
Sahanın uzmanları bir insan gözüyle gördüğü, kulağıyla işittiği tevhid delilleri gibi, aklıyla, kalbiyle ve vicdanıyla da Allah’ın varlığını, birliğini anlaması, bilmesi, idrâk etmesi gerektiği görüşündedirler. Çünkü, Cenâb-ı Hak, en düşük seviyedeki akla dahi, Kendisini anlayacak ve imân edecek kabiliyette yaratmıştır.
Müçtehid ve âlimlerin ekseriyeti, “Peygamber göndermedikçe biz kimseye azap edici değiliz”1 mealindeki âyet gereğince peygamber gelmeyen insanlar sorumlu olmadıkları hükmüne varmışlardır. Bu durumda olan ve fetret dediğimiz “uzun ara devredeki” insanlar, imân etmese, ibâdet yapmazsa, hattâ küfre de girse de yine azap görmez” hükmünü çıkarmışlardır.
Bediüzzaman Said Nursî de bu görüştedir: Zaman-ı fetrette, sırrıyla, ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatîatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş’arîce, küfre de girse, usul-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî irsal ile olur ve irsal dahi ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-yı sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür; etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.2
Günümüzdeki savaş, virüs ve semâvî, felâketlerde vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir.” diyerek, fetret durumunu şöyle açıklar Bediüzzaman:
On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i İsâ’nın (as) din-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (as) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım.3
Dipnotlar:
1-İsrâ Suresi, 15.; 2-Bediüzzaman, Mektubat, s. 374.; 3-Kastamonu Lahikası, s. 79.