"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Okumak Üniversitesi - Ân diyarı (20)

Ali HAKKOYMAZ
02 Mart 2024, Cumartesi
Selim Ali’nin bakmaktan bıkmadığı şeyler vardı. Bu liste uzundu ama bazıları daha bir öndeydi sanki.

Bunları ara ara Bilgin Abi’yle paylaşırdı. O da dakikalarca dalar giderdi; bir sarı çiçeğe, çömelip karıncaların kimi telâşlı kimi sakin gidiş gelişlerine…

Selim Ali’nin gereksiz bulduklarının başında savaşlar geliyordu. Niye bu itiş kakışlar… Sert bakışlar… Kim kime borçluydu ki… 

Anne, Firavunlar, Nemrutlar, Deccallar hep sert mi bakar? Kavga eder gibi mi konuşurlar? Hep parmak mı sallarlar?

Çocukların pürneşesini hiç mi görmezler? Kuşların sevinci kulaklarına hiç dolmaz mı? Kim bunlar ve bunlar hiç bitmez mi anne? 

Yunus buranın fotoğrafını önümüze kor ki bu sert suratları iyi tanıyalım diye… “Nice yumuşak söylese;/Sözü savaşa benzer.” diye anlatır bunları.

Halbuki dünyanın tebessüme ihtiyacı var.  Dünya, bu âlem göz alabildiğine, kulak duyabildiğine, gönül dolabildiğine tebessüm zaten. 

Yıldızlar gecenin; papatyalar baharın gülen gözleri, susturulamayan sözleri… 

Nedendir bilinmez camilerde -belki kiliselerde de- mekteplerde bu tebessüm vadilerine çok da girmezler. Her yerde bir resmiyet var sma işin hakkını vermek, hep yenilenmek adına ciddiyet denilen şey kayıplara karışık.

Her ân hücre hücre değişen bir insanın o görünmeyen hasse denilen duyuları da tazelenmek ister. İşte tam burada “okumak” denilen hazinenin başlangıcı karşımıza çıkar. 

Selim Ali öğretmenliğinin ilk yıllarında sınıfa gitince günaydının soğukluğu yerine dostu şair ve yazar Olcay Yazıcı’nı  şu beytini söyletirdi hep bir ağızdan:

“Okumak, okumak…

Oku çözülsün yumak!”

Bütün dolaşık işleri çözecek okutmaktan başka ne idi ki!

Gel gör ki kitap hep korkulan. vebalı bir şey oldu. Kitaba uzaklığın ödenemez bu yüklü faturası nesillerden nesillere miras kalıyordu. Bu kolay, kısa, ucuz, külfetsiz yolu terk etmeyi bize iyi öğretmişlerdi. 

Çok şey yapıyor olacaktınız ama dişe dokunur, göze görünür hemen hiçbir şey olmayacaktı.

Karı, yağmuru, ormanları, kuşları, denizleri küstürme pahasına her şeyi de yapacaktınız. 

Duvarlar diplomadan geçilmeyecekti de o afili çerçeve bir türlü hayata dahil olmayacaktı. 

Okul (okumak) kolaydı da artık kitap okumak en zor işlerin başında geliyordu. Hele yazmak… Onu hiç sorma! Günlerdir, belki haftalardır, aylardır, yıllardır eline kalem almayanlar vardı. Hoş; alanların çoğının kaleminden de hayat damlamıyordu. 

Okumak Üniversitesi’nin düşünmek, anlamak, duymak, hissetmek, görmek, bilmek,hayal kurmak, dokunmak, hayret etmek, dalıp gitmek, sormak, aklı ve kalbi dengelemek, duyu ve duygu denilen hasletleri her dem vazife başına davet etmek gibi fakülteleri açılmayı bekliyordu. 

Bilgin Abi’nin bana yarım göz  bakışından, bu üniversiteye rektör bulabilecek misin yollu soru sorduğunu hissettim.

***

VE NETİCE

Yaşamak paslandı.

Esaret şahlandı.

Hürriyet ahlandı.

Cömertlik saklandı.

Cimrilik aklandı.

Okunma Sayısı: 778
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • S.topuz

    2.3.2024 09:06:13

    "Kat'iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk'ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur." Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı Asa-yı Musa - 225

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı