İmkân, zaman ve mekân ile sınırlı olanlar için geçerlidir.
Allah için her şeyin “imkânı vardır” demek bile doğru değildir; çünkü O’nun için imkân kavramı söz konusu olamaz. O, bir şeye “ol” der ve o şey olur.¹
Örneğin, yüksek bir yerden bir cismi bıraktığımızda o cismin düşmesi, doğrudan Allah’ın dilemesiyledir. Allah’ın her defasında bunu böyle diliyor olması, biz insanların zihninde buna ilişkin “yasa”yı meydana getirmiş, buna da tarif için “kütle çekim yasası” demişiz. Ancak o yasa, Allah’ı bağlamaz. O, dilediğinde kütle çekimini iptal eder, dilediğinde ateşi serin kılar², suyu akışkan yahut sabit yapar.³
Yani O’nun kudreti kanunlara mahkûm değildir; bilakis kanunlar O’nun kudretinin memurlarıdır.
Kâinattaki her şey belli kanunlarla nizama sokulmuştur; lakin bu kanunlar kendi başına hiçbir şeyin faili değildir. Her aksiyon, her hareket, her nizam, Allah’ın emri ve kudreti iledir. Kanunlar yalnızca İlâhî iradenin zahirî elbiseleridir; fiilin gerçek faili ise daima Allah’tır.
Bir ağacın çamurlu su içip bal gibi meyveler vermesi, elbette ki kanunlar ile tarif edilebilir; fakat bu, o kanunların ağacı meyve verir hâle getirdiği anlamına gelmez. Ağaç, ancak Allah’ın kudretiyle meyve verir; kanunlar sadece o kudretin işleyiş tarzını tanımlar.
Bir ineğin basit otlardan, insanın gıdasına en uygun sütü üretmesi de böyledir. Kanunlar, bu mu’cizevî dönüşümün nasıl gerçekleştiğini izah eder; ama asıl fail, her şeyin yaratıcısı olan Allah’tır. Zira hiçbir sebep, bir zerreyi dahi var edemez.
Yağmur yağıyor; çünkü atmosferdeki su buharı, sıcaklığın düşmesiyle yoğunlaşıp bulut damlacıklarına dönüşüyor. Bu damlacıklar ağırlık kazanıp yeryüzüne düşüyor.
Evet, fizik, kimya ve meteoroloji açısından bu ‘gözlem’ doğru olabilir; fakat bu, yalnızca “nasıl”ın cevabıdır, hatta belki de sadece görünürdeki işleyişin, ‘sıralılığın’ bir tarifi. Yoksa asıl failin, “kim”in cevabı değildir.
Ve sonra biri çıkar, “Tabiat ana yağdırdı.” der.
Ne zarif bir unvan(!), ne talihsiz bir hitap...
Zira “ana” merhamet demektir; oysa merhamet, tabiatın değil Rahmân’ın sıfatıdır.
Tabiat, kendi varlığını bile kendi başına sürdüremez. Kendisinden isteneni yapar; rahmeti bilmez, acımayı bilmez, yalnızca emre itaat eder.
Yağmuru yağdıran da, tohumu çatlatan da, toprağı dirilten de Allah’tır.
Fotonları akıtan, molekülleri şekillendiren, DNA’yı yazan, hücreleri bölen, gezegenleri yörüngelerinde sükûnetle yüzdürendir O.
Her zerre O’nun kudretine boyun eğmiştir.
“Tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz, tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hâriciye sahibi ise ancak bir sanat olabilir, sâni’ olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri’ olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kàdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.”⁴
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 117.
2- Enbiyâ Sûresi: 69.
3- Şuarâ Sûresi: 63.
4- Lem’alar, 23. Lem’a.