-Bir ânlık esmâ ve hazırlık molacılarına…-
Babamı gördüm rüyamda…
Doktora gitmiş; iş bitmiş ki…
Salonda oturuyor.
Üstü başı giyili…
Morali iyi…
İçi gülüyor; gözleri de yüzü de…
Yani keyfi yerinde…
Ama doktor yine gel demiş.
Ben yine oralı değilim.
Bu iş bitti diyorum.
Hastaneye geri gelmek yok.
İçimden kuruyorum.
*
Hep kaçırdım zaten…
Hastane köşelerinden…
Böyle uzaklaştık akciğer kanserinden.
Doktor sana dokunmayacak, dedim.
Uzaktan bile bakmayacak.
Ottan, çöpten macunlar götürdüm.
Sat derdim; ne var ne yok sat.
Mirasçıya az kalsın derdi, kendisi.
Gözlerime bakardı; sus diye.
Öldüğünde üç beş kuruş parası…
Üç beş metre ev, arsa…
Yemedi, satmadı; ne varsa!
*
Kuzu ciğeri alalım diyorum.
Babam da itiraz etmiyor.
Fotoğrafını çekiyorum arada.
Güzel de poz veriyor.
Öyleydi zaten…
Her işi ciddî idi.
Güneş yandan arkamızda…
Kapı açık ya da aralıklı…
Ya da kapı camından vuruyor.
Fotoğrafçılık bilgisi veriyorum.
Güneş arkada olacak.
Böyle daha net çıkıyor, diyorum.
Üstünde hafif kahve-gri gibi ceket.
Takım elbise ya da tek tek…
Ama o bildiğimiz tombul yüz…
Derken Mehmet geliyor; bir küçüğüm…
Ciğer meselesi gündemde…
Onun da çekiyorum fotoğrafını.
Hemen gösteriyorum çektiğimi.
Siyah saçları yaş otuz haydi.
Yüzü saçlarıyla gömülü…
Keyfi iyi onun da.
Ciğerde anlaşıyoruz.
Çektirelim diyorum.
O doğransın diyor sanki!
Parayı onlar zaten verecek de…
Ben veririm diyorum içimden.
Rüyalar niye böyle?!
Kesiliyor bir yerde!
Ciğer pişti mi uçtu mu; bilmem!
Ama babam ayan beyan karşımda.
Oturmuş koltuğa…
Bakışıyoruz.
Ama var ya niyeyse!
Niyeyse oturup göz göze…
Söz söze iki laf edemedik.
Gel baba bak dünya fani…
Elimizdekiler çok yeter.
Artanlar kalacak; yeter!
Sıcak bir çorba içelim.
Bugün Erciyes’e gidelim.
Eş dost kim varsa ölmeden…
Ölmeden, toprağa girmeden…
Olmuyor demek olmuyor.
Ölüyoruz gülleri dermeden.
Al işte; yok şimdi ana da baba da…
Haydi gel sofraya; yok!
Yok işte, yok işte, yok!
Rüya kaldı orda…
Aynı dünya gibi…
Dünya rüya gibi…
Uykuda ve rüyadayız.
Ölünce uyanacağız.
O yüzden pişmiyor ciğer.
Devamı www.yeniasya.com.tr’de
Niye bu ciğer yakmalar o zaman?
Can sıkmalar, kalp kırmalar?
Vurmalar, 'kurma'lar, savaşlar?
Sevince düşmanmış şeytan.
Tarumar eder bahar bahçelerini.
Ne rüya dinler ne hülya…
Uykuda ve rüyadayız.
Uyurgezer…
Mezar-ı müteharrik…
Rüyalar gibi bu dünya…
Yarım kalacak; yarım, yarım…
Bile bile oyalanırım!
Halbuki o gurbete geliş gidiş yolculuklarımda…
Cazırtılı, anlaşılmaz rüyalı seslerle…
O büyülü birkaç cümle…
Sayın Yolcularımız,
Kaptanımız ihtiyaç ve yemek molası için…
Dünya haritası seriyormuş önüme.
Bizse abarttık abi; yayıldık, yalpaladık.
Gökyüzünü delen, nefesimizi kesen binalar…
Kaptanımız yirmi dakika demişti?!
He, bak; hesap kitap etmişler…
Fizikçi, matematikçiler…
Hayat yirmi dakikaymış meğer!
Sonluyu, sonsuz sanmak; bile bile…
Güle güle; elması verip cam almak…
Bu Esmâ Bahçesi’nden habersiz yaşamak…