İstediğiniz kadar okul yapın; harfleri birbirine tutturmaktan, iki ikiyi dörtlemekten öte gidemezsiniz! Çünkü ne içine/niçine, ne asıla/nasıla/aslı ne’ye kapalısınız. Çünkü “ufuk” kelimesiyle bir akrabalığınız yok! Ve bu yüzden âfâkisiniz! Sonsuza yürüyen insanı et-kemik sanıyorsunuz. Yanıyorsunuz, yakıyorsunuz, yanılıyorsunuz. Bir maksadınız da yok. Şöyle göz göze gelsek; kinsiz, kansız, karşılıksız konuşsak da... Kelimelerimiz yok.
Vakit şimdi; dönelim o zaman. Hatadan dönmek fazilet ya!
*
YALAKOLİK ÇAĞ
Yalakalıktan da öte... Yalakolik çağ…
*
KEYFOKRASİ
Demokrasinin olduğu bir ülke ile olmayan arasındaki fark… Ta uzaklardan görülür. O yüzden ya demokrasi ya keyfokrasi…
*
MİLLET VE DEVLET
Devletler ikiye ayrılır: Milletin hizmetinde olanlar… Milleti (kendisine) hizmetçi sananlar…
*
ANNEMİN DEDİKLERİ
Dün sandığa gitti millet, seçti; askerler silahı dayadı indirdi milletin iradesini. Bugün de sandığa gitti, seçti; siviller indirdi bu sefer o iradeyi. Dün dündür; bugün yine dün müdür, anne; kafam karıştı?! Millet iradesi ne olacak?
Merak etme diyor annem; hep galip geldi; yine gelecek(miş.)
Haa, darbecilere rahmet okuyan var mı? Milleti şaka zannedenler zanlarına devam etsin. Şakır şakır demokrasi gelecek. Yedi düvele meydan okuyan millet; seçtiklerini yolda bırakmazmış. Öyle diyor annem.
*
RENKSİZLER
Eskiden tek kanal vardı; çok sesliydi; şimdi çok kanal var; tek sesli... Siyah-beyaz zamanlara geri dönelim.
*
ÖMER’İN CÜBBESİ
Yüreğim yanıyor. Ülkemi böyle mi görecektim? Gitsem; gidemem; bu ülke benim. Hürriyet baş şarkım olsun isterim. Ben biraz Mevlâna biraz Yunus'um. Her yanım "insan" kalsın isterim. Konuşurduk; sus pus olduk.
Ömer'e cübbesinin hesabı sorulurdu.
Din oku idi, adaletti, sormak, düşünmekti. Sükûnetti, merhametti, rahmetti... Alınır satılır bir şey oldu, maneviyat. Benim okuduklarım bunlar değil. Kara gün kararıp kalmaz. Karanlık güneşi yenemez ki...
*
ÇOCUK VE CELLAT
Çocuk... Nereye uçar?
Cennete...
Ya onu boğanlar?
*
KUZU POSTUNDAKİLER
Uçaklar, internet, otobanlar... Hani yakın olacaktı uzaklar? Kopacaktı iletişim kopukluğu? Bu barut kokuları, çığlıklar?
Bu dağ başı yalnızlıkları? Binalar, arabalar, teknoloji? Kuzu postunda kurtlar gibi bu fotoğraflar? Dünya kalabalık bir yalnız… “Hırssız” zamanlar gerek bize…
*
KALEM VE SİLAH
Kalem saplanmadan silahın beynine;
patlar mı huzur?
*
KALEM VE KELAM/SAHİL-İ SEHLİYAT
Kalemi, kelamı baş tacı etmenin bin bir yolu var. Zaman ve mekân ayarı var. Var da var. Tezat… Derken mübalağa, ta’riz, hüsn-i ta’lil, teşbih ve telmih… Ah, şu derdimizi -o istenilen kıvam neyse öyle- anlatmak; öylesine kolay olmuyor. Sehl-i mümteni denilen bahar ifadeler kolay mı? Yoksa mümteni oluyor işler, işte!
*
BOŞ ÇUVAL
O çocuğun çığlığı, ah! Kahvaltı getirebilir misiniz, diyor; giyecek getirenlere. Dörtte bir çocuk okula aç gidiyor. İha, siha; ha! 2025= derin yoksulluk. Boş çuval dik durmaz, diyen atalara sağırlığın bedeli ağır oluyor.
*
MUTLAK BUTLAN
Mutlak butlan nedir, diyorsun. Şu yaşadıklarının çoğu… Cehalet, fukaralık, bitirilmeyen kavga, gürültü, atalet… Adalet terazisiyle oynamak kuşları -kurtları bile- kedileri, balıkları düşünmemek… Yiyeceklerin huyunu, suyunu değiştirmek… Nerde ne giyeceğini seçemeyip sokakları yürünmez yapmak… Okulu dört duvar arası sanıp Kainat Mektebi’ne kaydolmamak… Sıla-ı rahmi terk etmek… Milletin seçtiklerini al aşağı etmek…