28 Nisan 2011, Perşembe
Dün yani 27 Nisan tarihi bir büyük müzik adamının vefat yıldönümüydü. Evet Münir Nureddin Selçuk 30 yıl önce ahirete göçmüştü.
Onu tanıyan yakın dostlarının anlatımı ile Münir Bey şöyle bir insandır:
“Cana yakın yüz güzelliği, gururdan ziyade mahcubiyete verilmesi lâzım gelen çekingen bir uzaklaşış. Hatları durgun, resmi nezaketli bir çehre. Şakaklara doğru uzanan kaşların ipek saçakları altında yine ipek gibi yumuşak bakışlar. Kımıldanışlarında adeta zahmete benzer bir hal var. Sanırsınız ki bu güzel ve zarif adamın derisi kolalanmıştır. Kolu eli oynarken nerde ise katı bir kolalı gömlek çatırtısı duyacaksınız. İşte maddî Münir Nureddin budur” der Hakkı Süha Gezgin, “Edebî Portreler” isimli kitabında. Münir Bey, İstanbul Beyazıt’ta 1900 yılında doğmuştur. Babası Darü’l-fünun (İstanbul Üniversitesi) İlahiyat Fakültesi İran Edebiyatı öğretmenlerinden Nureddin Avni Bey’dir. Annesi Hanife Hanım ise soyu Selçuklulara dayanmakla ‘’Selçuk’’ soyadını almışlardır. 1917 yılında ailesinin ısrarı ile tarım öğrenimi için Macaristan’a gönderildiyse de yurda dönerek kendini müzik çalışmalarına verir. Sınavla Darülelhan’a girer. Sınav jürisinde yer alan Refik Fersan o günü şöyle anlatır: “…Merhum Dellalzade İsmail Efendi’nin segâh bestesini usûllerin tam hakkını vererek ve harikulâde bir üslûb ve eda ile ve bütün incelikleri ile oya gibi okumaya başladığı zaman bu çocuk denecek gencin yaşı ile mütenasip olmayacak dehası karşısında adeta kendimizden geçmiştik. Başta Ziya Paşa olmak üzere hepimizin gözlerinden akan yaşları aradan otuz yıl geçmesine rağmen hâlâ unutamam.’’
Mesud Cemil Bey, ‘’Koyuca renkli fesi her zaman tertemizdi, kalıplı dururdu. İngiliz kumaşının en iyisinden yumuşacık elbisesi, ipekli kravatı, rugan iskarpinleri, elmas kol düğmeleri, sakin yürüyüşündeki ölçülü oturuş kalkışında ahenkli nezaketiyle…’’ derken, Peyami Safa ‘’Bu sanatkârımız konserlerde frak giyen ve ayakta şarkı söyleyen ilk ses sanatkârımızıdır‘’ der.
1948 yılında kendisini dinleyen ünlü viyolonsel sanatçısı Gaspar Gassado ‘’Bu ses başka bir âlemden geliyor. Teknik bakımdan bu kadar geniş nefesli sanatçıya az rastlanır. Bir nefeste bu kadar uzun söyleyen bir ses işitmemiştim. Tam nefes alacağını hissediyorum, yine devam ediyor. Artık ciğerlerinin boşaldığını zannediyorum, yine devam ediyor.‘’ diye hayretle anlatır.
1927 yılında Paris’e gidip Paris Konservatuarı’nda şan, piyano, solfej dersleri alıp bir sene sonra döner. Belediye Konservatuarı, İstanbul Radyosu ve son olarak İ.T.Ü Türk Musikîsi Konservatuarında hocalık yaptı.
Münir Bey, müzik tarihimizde tek başına konser verme geleneğini getirmiştir. İlk kez koro eşliğinde solo okuma geleneğini de uygulamıştır. İlk kişisel konserini 1930 yılında vermiştir. Bu konser büyük ilgi görmüş basın günlerce bahsetmiştir. Verdiği konserler büyük olay olur imiş.
İlk bestesini henüz 20 yaşında iken 1920 yılında Tevfik Fikret’in ‘’Bu bir teranedir’’ şiirine yapmıştır. 20 yıl daha yeni bir beste yapmaz. 1941’den sonra yaptığı bestelerde daha çok Yahya Kemal’in şiirlerini seçmiştir. Dinî musikî eserleri de vardır.
Ölümünden bir yıl önce yaşlılığa bağlı bir beyin hastalığı geçirmiştir. 27 Nisan 1981’de evinde vefat etti. 29 Nisan günü ise Teşvikiye Camii’nde cenaze namazı kılınıp Aşiyan Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Münir Bey’in bence en takdire şayan yönlerinden biri de hiçbir zaman gazinolarda şarkı okumamış olmasıdır. Milyon liralık teklifleri hiç düşünmeden geri çevirmiştir.
Münir Nureddin Selçuk ve Aziz İstanbul Bestesi
Yahya Kemal’in Aziz İstanbul isimli şiirini bilirsiniz. Ama en çok da bir ezan okunuyor havasını veren Münir Bey’in bestesini. Bakınız bu şiir nasıl bestelenmiş: Münir Bey’in yakın arkadaşı tarihçi İsmet Bozdağ’ın anılarında geçen bu güzel hatıraya kısaca yer verelim: “...Münir yine çalışma havası içindeydi; küçük masanın üzerinde gelişigüzel yayılmış nota kâğıtları, tanbur yine sandalyaya dayalı... Kalktı, kucaklaştık oturduk. Tanburu eline aldı: ‘Şarkıyı bir kere daha dinle bakalım.’ dedi. Karşı koltuğa gömüldüm ve dinlemeye hazırlandım. Ama şaşırdım birdenbire. Münir şarkı söylemiyor ezan okuyor gibiydi. Ürperdim. Münir bu lahuti havadan şarkıya girdi. Ardından da yine o ruha raşeler veren ezan sesi... Yerimden fırlayıp Münir’i heyecanla kucakladım: ‘İşte bu... Hem bu sefer İstanbul’a yenilmemişsin; hem de Yahya Kemal’i yenilmekten kurtarmışsın!.. Tebrikler! Tebrikler!..’ Münir tanburu dizine dayamış gülümseyerek beni seyrediyordu. Birden toparlandım. Bu hayranı olduğum şarkı bir hafta önce beğenmediğim şarkı idi. Nasıl oldu bu acaba? Sordum: ‘Bu şarkıya ne yaptın sen, nasıl yaptın?’ Tanburu dizinden indirdi, kalkıp pencereye doğru yürüdü. ‘Sen bana ‘bu şarkıya imzanı atmamışsın’ demiştin ya, içime bir sıkıntı çökmüştü. Ben de bu bestede bir eksiklik sezinliyor, ama bir türlü bulamıyordum. Bugün de o sıkıntı ile tanburu elime aldım. Bestenin neresine dokunayım, nereden yeni bir ışık düşüreyim diye tıngırdatırken birden Teşvikiye Camii müezzini ikindi ezanı okumaya başladı. Hicazdan girmiş, güzelde bir sesi var. Mest oldum. Bitirdiği zaman farkında olmadan benim şarkıyı mırıldanmaya başladım. İşte böyle oldu.’’ (İsmet Bozdağ, Sdel Yayıncılık, 1996)
‘Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul’ diye bildiğimiz ve severek dinlediğimiz Münir Nureddin Selçuk’un bestesinin hikâyesi işte kısaca böyledir.
Okunma Sayısı: 1960
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.