Sürdürülen siyasî operasyon dalgalarıyla ağır ekonomik kriz adeta unutturulup normalleştirilmek istenirken, iktidardakilerin “enflasyon düştü” karartmasıyla ülkenin gerçek gündemi saptırılıyor; siyasî iktidarın içte ve dıştaki başarısızlık ve iflasları karambole getiriliyor.
En son ekonomik çöküşte enflasyon ve pahalılık vartasında tırmanan dövizi baskılamak için Hazine’den 60 milyar doların sarfedilmesinin yanısıra dış borç, hazine yükü, şirket değerleri ve faiz maliyetleriyle Türkiye’nin kaybının 143 milyar doları bulması bunun bariz göstergesi.
Zira AKP iktidarında “tek kişilik hükûmet”te hiper enflasyon ve pahalılıkla 20 kuruş olan ekmek 12.5 liraya, simit 15 liraya, etin kilosu 8.3 liradan 700 liraya çıkmış. Gram altın 17.7 liradan 4 bin lirayı aşmış. Benzinin, motorinin, doğalgazın fiyatı 30-40 kat artmış.
Keza icralık dosya sayısı 10 milyondan 22.2 milyona çıkarken, vatandaşların banka borcu 6.5 milyardan 1.7 trilyona, yasal takibe düşenlerin sayısı 277 binden 1.7 trilyona çıkmış. İflas eden şirket sayısının yüzde 53’e ulaştığı belirtiliyor.
Bu arada 3.2 trilyon dolar toplanan vergi ile özelleştirmelerden elde edilen 71 milyar dolara ek olarak 130 milyar dolardan 550 milyar dolara çıkan dış borçla 4 trilyon dolara yakın paranın nereye harcandığının hesabı verilmiyor.
ANAPARAYI SOLLAYAN “FAİZCİ POLİTİKA”
Ancak en vahimi, ekonomistlerin tesbitiyle Türkiye’de faize 563 milyar doların (17 trilyon 227 milyar 800 milyon liranın) harcanması. 2024’te iç ve dış borç faizi 1 trilyon lirayı aşarken, 2025’in Ocak-Nisan döneminde bütçeden borçlara ödenen faiz gideri 261 milyarı tutarken, bütçenin yüzde 23’ünün, vergi gelirlerinin yüzde 33’ünün faize gitmesi.
Aslında Hazine ve Maliye Bakanlığı verileriyle geçen yıl merkezî yönetimin 933 milyar lira olan borç ödemelerinin faiz giderlerinin 1 trilyon 98.3 milyara ulaşarak anaparayı sollaması “faizci politika”yı ele veriyor.
Bu yüzden “iktidara iliştirilmiş yandaş medya”da da “iş dünyasında faiz isyanı” manşetiyle yüksek faizin üretimi daha da baltaladığından, yüksek finansman maliyetinin üreticinin ayağına pranga vurduğundan, Merkez Bankası’nın faiz ve döviz operasyonlarının partizanca kıyaklarla “birileri adına” çekildiğinden şikâyet ediliyor…
“İktidara yakın bir sermaye grubu” medyasında faizlerin yükselmesiyle rantiyecilerin hesaplarının kabardığı, bankaların en yüksek kârları elde ettiği, yatırımların yavaşladığı, sanayici, tüccar, esnaf, çiftçi ve girişimcinin kredi almakta zorlandığı, kredi alabilenlerin de kazandıklarını faizcilere kaptırdığı, yüksek faizin enflasyonu düşürmeyip ekonomiyi yıkıma uğrattığından yakınılıyor.
Yine tam bir faiz olan “Kur Korumalı Mevduat”a 1 trilyon 300 milyar harcandığı, bütçe açığını kapatmak için sürekli para basılırken, iflas kararı verilen ve paraya ihtiyacı olan şirketlerin kârlarının büyük bir kısmının faize gittiği belirtiliyor.
“VATANI SATMAK, YÜKSEK FAİZLE OLUR!”
Neticede ekonomik yıkıma rağmen dolar garantili, Londra mahkemeleri tahkimli tek kuruş vergi vermeyen “5’li çete yandaş şirketleri”ni kayırma uğruna sadece 2025 bütçesinde istisna ve kıyaklarla 3 trilyon 5 milyar vergi gelirinden cayılması felâketi ortaya koyuyor.
Sanayi devlerinin yatırıma ayırabilecekleri 2024 kârı olan 641 milyar liranın -yüzde 96.6’sının- 619 milyarın liranın faize gitmesi ve 2025’te iç ve dış borç faizine 2 trilyon liraya yakın faizin ödenecek olması, “Saray rejmi”nin “faizciliği”ni gözler önüne seriyor.
Ve bu vahamet, iktidardakilerin kendilerinden menkul “yeni ekonomi modeli”nden “rasyonel ekonomi”ye savrulmada ülkeye kaybettirilip “faiz lobisi”ne kazandırılırken, “faziletli döngü”yle övündükleri “yüksek faizli ekonomi”de “vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diyen Cumhurbaşkanı’nın “Nas var nas!” çıkışlarını hatırlatıyor ve “Hani nas vardı?” sorusunu yeniden sorduruyor.