Kimler geldi, kimler gitti buradan.
Hani, “Dünya iki kapılı bir han” deyimi var ya, işte öyle…
Yani doğmak, hayata göz açmak suretiyle bir kapıdan girilir; emr-i hak vâkî olup ecel geldiği zaman da, diğer kapıdan çıkılır.
Bu arada iz bırakan kimselere ne mutlu.
Keçiören’imizin medar-ı iftiharı; sevgilimiz, saygılımız; Bekir Kara Ağabeyimiz vardı, bir zamanlar dünya denen bu handa.
Hizmet ve himmet insanı olan merhum ağabeyimiz, bir parça da nüktedandı. Naklettiği esprili hikâyelerle, lâtif nüktelerle bizi tebessüm ettirir, atmosfere renk katardı.
Madem Bekir Kara Ağabeyi yâd ettik, ara sıra anlattığı hikâyelerden bir hikâyeyi, duâya vesile olması temennisiyle, nakletmek de, hak oldu:
Üst kattaki komşusunun geceleri, yüksek sesle yaptığı cehrî zikrinden rahatsız olan alt komşu, bir gün, evin havalandırma penceresinden yukarıya doğru, “uuuç” diye seslenmiş. Sesi duyan üst komşu, irkilmiş. Derken, ikinci defa bir “uuuç” sesi daha…
“Her hâlde bize gâibden bir işaret var” diye düşünen üst komşu, “Bu ses bir daha tekrar ederse, uçmalı” demiş.
“Uuuç” sesini üçüncü defa da duyunca uçmak üzere kendini, kaldırmış, balkondan aşağıya bırakmış.
Mübarek adam uçmasına uçamamış, ama kolu kanadı, birçok yeri kırılmış.
Demek biraz zamansız uçmuş, kalender.
Tıpkı, “Zamansız öten horoz” deyiminde olduğu gibi…
Hikâyeden maksadımız, herhangi bir şeyi tezyîf etmek değil; bir merhumu nüktesiyle, yâd etmek.
Sadede gelelim:
Bazen ders bitimi, Keçiören Barla Dershanesi’nden çıkıp, yolun karşısına geçerken koluna girer, lâtife yollu, “Aman abi, uçma sakın” derdim ve gülüşürdük.
Yıllar oldu…
Ama, geçip giden hayli zaman, hâli hazır gün gibi!
O da uçtu, ahiretin o mukadder yurduna.
Ama bu defa, bu uçuşa gülemedik; hüzünlendik, gözlerimiz nemlendi.
Şeker Köy’den, Ankara’nın şehirler arası otobüs terminali AŞTİ’ye gelen yol görmüş, Avrupa görmüş Bekir Ağabey, Keçiören dolmuşlarına ulaşmak üzere altgeçidi ya da ışıklı yaya geçidi kullanmak varken; bulvarı tercih edince -ettirilince-, olan olmuş!
Bir araba sadmesiyle, rahmet-i Rahmân’a uçmuş.
Hem de, cehrî (!) olarak…
“Bekir Ağabeyin dâveti var” dediler.
Hemen koştuk, cümle can; muhteremin yanına.
İcabetle, düştük Şeker yoluna.
Bu defa o önde, tabutunda hâfî; bizler ise cehrî idik, peşinde.
Takdir-i Huda bu…
Uçmak için kanatlanmak kime, nerede ve ne şekilde nasip olur bilinmez.
Bilinen; bir gün olup cümle can, bu yerlerden uçacak.