“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatın şahs-ı menvisinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.’’ 1
Geçen asır ve asırlar şahıs zamanı olabilirdi. Şahısların dehası ve karizması halkı peşinden sürükleyebilirdi. Nitekim öyle de olmuştur.
Ama değişen dünya konjonktürü ve bilgi çağı, fertlerin harika dehalarını minimize etmiştir. Siyaset dairelerinde ve cemaatler bazında da şahısların hükmü, yerini ya şahs-ı maneviye terk edecek veyahut da sahneden silineceklerdir. Şahıslar yerini artık bloklar ve ittifaklara devrediyorlar.
Şahıslar harika olabilirler, ama şahs-ı manevî teşekkül etmemişse şahıslarında sürükleyicilik özelliği kalmayacaktır. Peki şahs-ı manevî nasıl oluşacak?
‘’Müteaddit eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı manevî olacaktır. Eğer o cemiyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevî olacaktır’’ 2 diyen Bediüzzaman; şahs-ı manevinin teşekkül şartını da ortaya koymaktadır.
Aynı ideal etrafında teşekkül eden cemaatler imtizaç ederek ittihad ederlerse; şahs-ı manevî oluşur. Teşekkül eden bu şahs-ı manevilerde artık şahıslar yoktur. Şahs-ı manevî vardır.
Siyaset dünyasında şahısların yerini parlamentolar (meclis) alır. Dinî özellik taşıyan yapılarda da şahısların yerini cemaatler alır. Bediüzzaman eserlerinin çeşitli yerlerinde İsevilik şahs-ı manevisinden bahseder. Dinsizliğinde şahs-ı manevisinden bahseder. Süfyanın da şahs-ı manevisinden bahseder. Bu yapılarda da artık önder şahıslar söz konusu değildir. Onların yerini şahs-ı maneviler almıştır.
Hz. Muhammed’in de (asm) şahs-ı manevisi vardır. Risale-i Nur’un da teşekkül etmiş şahs-ı manevisi vardır. Şahs-ı manevinin gücü en harika şahısların, lider şahsiyetlerin güçlerinden katbekat fazladır.
‘Ben olmazsam hizmet olmaz, falanca olmazsa hizmet yürümez’ mantığı ile şahs-ı maneviden kopanlar hareketi devam ettiremezler. Şahs-ı manevilerin itici gücü, meşveret ve istişarelerdir. Şahs-ı maneviler gücünü meşveret ve istişarelerden alırlar.
Şahs-ı manevinin muzafferiyet ve başarıları şahıslara verilemez. Bu konuda Bediüzzaman şöyle der: “İşte ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım! Bir kaleyi fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır. Öyle de şahs-ı manevînizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hasıl olan fütuhattaki inayatı benim gibi bir bîçareye veremezsiniz.” 3
Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi Bediüzzaman Said Nursî gibi bir deha bile kendini biçare olarak görüyor ve Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine dayanıyor.
“Şu zaman cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dahi hatta yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı manevisini temsil etmezse; muhalif bir cemaatin şahs-ı manevisine karşı mağlûptur.’’ 4 diyen Bediüzzaman’ın öngörüsünü gelişen olaylar teyit etmektedir.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 288.
2- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 14. Söz.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 524.
4- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, 29. Mektup.