Dünya’nın ortalama sıcaklığının artması anlamına gelen küresel ısınmayı anlamak için önce sera etkisinden bahsetmek gerek. Dünya’yı yaşanabilir kılan en önemli özelliklerinden biri olan atmosfer, gezegendeki hayat için uygun sıcaklığın idamesini de sağlar. Bilinenin aksine Dünya, Güneş’ten doğrudan gelen ışınlardan ziyade atmosferin bu ışınları tutup Dünya’ya geri yansıtması sayesinde ısınır. Isıyı tutan sera gazları Dünya’nın ortalama sıcaklığının -18°C değil +14°C, yani insan hayatına uygun olmasının müsebbibidir, nitekim bu olaya sera etkisi denir.1
E neden o zaman hayat için bu kadar elzem olan sera gazları günah keçisi ilân edildi? Bu sorunun cevabını anlamak için yüz elli yıl kadar geriye, Sanayi Devrimine gitmek gerekiyor. Endüstrileşmeyle birlikte sera gazlarının atmosfere salınımının artması sonucu, bizi donmaktan kurtaran bu gazlar, yerküreyi normalden fazla ısıtmaya başlıyor. Bunun sonucunda da bin yıllardır stabil hale gelmiş sıcaklıklara adapte olmuş canlılar ve ekosistemler zarar görüyor. Küresel ısınmanın sonuçları yükselen sıcaklıklarla da sınırlı kalmıyor, asıl yıkıcı etkiler ekstrem hava olayları, değişen iklim ve mevsimler şeklinde ortaya çıkıyor. Ve maalesef bu bir belirsiz gelecek senaryosu değil, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin korkutucu sonuçlarını çoktan görmeye başladık bile. Örneğin artan sıcaklıklar yangına meyilli bölgelerdeki orman yangınlarının daha önce görülmemiş boyutlara ulaşmasına sebep oluyor. Avustralya, Kaliforniya, Yunanistan’ın yanı sıra Türkiye de bu bölgeler arasında. 2021 yılında 20 gün süren ve 250 bin futbol sahası, yani İstanbul’un 5’te biri büyüklüğünde ormanlık alanın yanmasına yol açan yangınlar, bize tehlikenin boyutunu göstermişti.
Bunun yanında 2022 yılında yaşanan ve 33 milyon insanı doğrudan etkileyip iç göçe zorlayan Pakistan sel felâketini de iklim değişikliğinden bağımsız okumak imkânsız. 1480 kişinin ölümüne sebep olan felâketin ülkede tahminî 30 milyon dolar hasara sebep olduğu açıklanmıştı.2 Kurak ve yarı kurak pek çok bölgeyse gittikçe şiddetlenen kuraklıkla mücadele ediyor. 2018 ve 2019 yıllarında Afrika’nın Sahra-altı bölgelerinde 2,6 ve 3,4 milyonu aşkın insan olağanüstü kuraklıklar sebebiyle göç etmek zorunda kaldı.3 İklim krizinden en çok etkilenecek ve hâl-i hazırda etkilenen ülkeler gelişmekte olan ve ekonomik olarak güvencesiz ülkeler oluyor. Böylelikle ekonomik eşitsizlik, küresel ısınmanın etkisiyle katlanarak artıyor. Türkiye de kuraklıktan ve düzensiz yağışlardan nasibini alan ülkelerden. Tarım öngörülebilir iklim ve hava şartlarına bağlı olduğundan, yağışın az olmasına ek olarak düzensiz olması da tarımsal üretime ket vuruyor. Kurak geçen 2024-2025 kışının ardından bahar aylarında gelen düşük sıcaklıklar ve donun, bu yılın özellikle meyve hasadını önemli ölçüde düşürmesi bunun en güncel örneklerinden.4
Bu korkutucu tablo biz Müslümanlara ne söylüyor? Kendimizi en kötüye hazırlayıp, evimize konserve gıda mı depolamalı, hayatta kalma kabiliyetlerimizi mi arttırmalıyız? Yoksa bu büyüklükte bir felâketin önünde beyaz bayraklarımızı çekmeli, çaresizliğimizi kabul edip hayatımıza devam mı etmeliyiz? Bu sorunun cevabı Rum Suresi 41. ayette olabilir: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”
Tüm bu felâketler ve belki de Dünya’nın yaklaşan sonu, demek ki insan türünün neslinin tükenme tehlikesinden çok daha derin bir şeye işaret ediyor. Dolayısıyla Müslümanlar olarak bizlerin alması gereken tutum da can havliyle can simidi aramaktan farklı olmalı. Belki de Dünya’yla ilişkimizi sorgulamalı, bizim de dahil olduğumuz modern hayatın ayakları neleri çiğniyor görmeye çalışmalıyız. Zira Dünya ve insanlığın sonunu getirebilecek bu yokuş aşağı gidişin başlangıç çizgisinin, insanın kendini en muktedir hissettiği, İlâhî bilgidense aklını ve bilimi referans almaya başladığı “aydınlanma” çağına denk gelmesi oldukça manidar. Kendisine ihsan edilmiş becerileri istismar ederek kendisine açılan bilgi ve teknolojiyi tabiatı (ve diğer insanları, ama o başka bir yazının konusu) sömürmek için kullanan insanoğluna; aczi ve fakrı bu şekilde, onun kendi elleriyle kazdığı kuyuda çaresizce yuvarlanmasına izin verilerek hatırlatılıyor. Yani beşerin elini bulaşık eden, yine kendi kibri oluyor.
Sonuç almakla değil harekete geçmekle mükellef olduğumuzu göz önüne alırsak, belki de gözümüzü iklim krizini tersine çevirmek için en etkili yollara ya da pisliğimizi temizleyecek yüksek teknolojilere değil, bizi bu noktaya getiren mantaliteye çevirmeli, tüm Dünya’yı bir mescid ve içindeki her şeyi mukaddes saymaktan hangi noktada vazgeçtik bulmalıyız.
(Genç Yorum, Temmuz 2025 sayısından alınmıştır.)
Dipnotlar:
1. https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/sera-etkisi-nedir
2. https://www.iprc.com.tr/tr/2023/01/11/pakistan-2022-floods-report/
3. 2022 report of IPCC (The Intergovernmental Panel on Climate Change)
4. https://www.ekonomigazetesi.com/sehirler/don-ve-soguk-havanin-etkileri-dogal-afet-bolgeleri-ilan-edilmeli-47621