Son yıllarda “bize yeni bir siyaset ve yeni bir TBMM lâzım” deyip duruyoruz.
Bütçe görüşmelerinin son gününde Mecliste yaşanan yumruklu kavga da haklılığımızın göstergesi.
Kavganın gerçek sebebi AKP’nin CHP’ye İnönü üzerinden yüklenmesi.
Tek parti döneminde yapılanları birinci reisin ismini vermeden eleştirerek siyasî rant elde eden AKP’lilerin ikinci reis İnönü’yü oltanın ucundaki yem yapması tam bir siyasî avcılık.
CHP’lilerin bir kısmının bu oltaya gelmesi de onların meselesi.
Bizim meselemiz ise şu:
Kemalizm kılıf değiştirerek sürüyor, CHP seyrediyor ve bundan AKP istifade ediyor:
Hem lâzım oldukça M. Kemal’in tek adamlığına atıf yaparak ve “Bizim reis de ona benziyor, neden itiraz ediyorsunuz ki” diyerek. Hem de “tek parti döneminde dine zulmedildi, sorumlusu bugünkü CHP’dir, yeniden yapabilir, benden başkasına rey vermeyin” diyerek.
Tek parti dönemi ile gerçekten hesaplaşmaktan kaçındığı sürece CHP bu yumruğu yemeye devam edecek.
Anıtkabir’in yönünün kıbleye dönük olmadığından habersizce orayı bir dua mekânı haline getiren, ama toplu ziyaret seanslarında toplu dua okuyacak Diyanet İşleri Başkanlığından kadrolu hoca da bulamayan çakma ya da safdil muhafazakârlar Anıttepe’yi “sabitmekân” tutadursun…
İşin aslını bilen entelektüel birikim sahibi hakiki muhafazakârlar gidişattan şaşkınlıklarını ifade ededursun…
Yeni Asya’nın 22 Kasım’da manşetten verdiği ve hayli ses getiren tesbitlerinde konuyla ilgili olarak Anayasa Hukuku Hocası Prof. Dr. Mustafa Erdoğan şunları söylemişti:
***
Bana öyle geliyor ki, bu olup-bitenleri doğru anlamak için, karşı karşıya bulunduğumuz durumu “demokrasiden sapıyor muyuz, sapmıyor muyuz” veya “ne derece sapıyoruz?” meselesi olarak düşünmekten artık vaz geçerek bambaşka bir paradigmaya atlamamız gerekiyor. O da şudur: Tayyip Erdoğan aslında kendi ideolojik kimliğinden hiç beklenmeyecek bir şeyi yapmaya, 1920’ler ve 30’ların Kemalist rejimini ihya etmeye çalışıyor.
Son on yıldır, bu satırların yazarı da dahil birçok muhalif Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kemalistlerin kontrolüne girdiğini düşünüyorduk; oysa görünen o ki, aslında Erdoğan Kemalist güçleri kontrolü altına almış bulunuyor. Erdoğan elbette “cebrî kültürel modernleşme” anlamında Kemalist ideolojiye angaje olmuş değildir, ama Kemalist siyaset tarzını ve onun rejim pratiğini kendisine model almış olduğu da ortada. Nitekim, bu son hamlesi başta olmak üzere, Erdoğan rejiminin birçok uygulaması tek-parti rejimi mantığını andırmaktadır.
Onun için, Erdoğan’ın AKP’sini demokratik rejimin ‘yoldan çıkmış’ bir aktörü olarak değil de Kemalist rejimin yeni sürükleyici aktörü veya tek-parti CHP’sinin yeni versiyonu olarak görebiliriz. Bu yorumun hem (esas olarak bugünkü CHP’de temsil edilen) geleneksel Kemalistlere hem de AKP’nin dindar-muhafazakâr tabanına, herkesin bildiği sebeplerle, ters geleceğini biliyorum. Ama dedim ya, buradaki asıl mesele toplumun dindar mı yoksa “çağdaş” mı olacağı değil, aynen 1920’ler ve 1930’lar Türkiye’sinde olduğu gibi, muktedirin kişisel ikbaliyle özdeşleşen “devletin bekası” meselesidir.
Kısaca, Erdoğan’ın asıl rol modelinin Mustafa Kemal ve rejim modelinin de “tek-parti rejimi” olduğunu anlarsak, böylece hem bugünkü rejimin icraatına şaşırmayız, hem AKP’yi yeni CHP olarak anlamakta zorlanmayız, hem de rejimin geleceğine ilişkin olmadık hayallere kapılmaktan kendimizi alıkoyabiliriz.
Kemalist Erdoğanist’lere duyurulur…