"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dış dünyada İslâm algısı

Dr. Aytekin COŞKUN
03 Nisan 2019, Çarşamba 00:01
Bir psikiyatrik tanım olan ‘’Fobi’’ ne demektir ile yazıya başlamak istiyorum. İnsanlarda birçok şeyin fobisi varken, “Fobi nedir?” diye sorduğumuzda hiçbir zaman tam bir cevap alamazsınız, çünkü manasından ziyade yaşadıklarını anlatır.

-Yalnız kalmaktan korkarım, -Kapalı alandan korkarım, -Uçaktan korkarım, vb gibi bir sürü korkularımız vardır hayatımızda. Fobi; herhangi bir şeye karşı duyulan tedirginlik olarak da tarif edilir. Bu algının, kişinin duygusal âleminde kontrolden çıkıp, rahatsızlık ve hastalık haline dönmesine ‘fobi’ denir. Ayrıca içinde hissettiği sıkıntı ile beraber, depressif eğilime girmesi de beklenen gelişme olarak tanımlanır.

Bu aralar sıkça duyduğumuz  ‘’İslamofobi’’ algısını konuşmak istiyorum. İslamofobi; İslâmî yaşantıdan kaynaklı korku algısını anlatır. İslâmın hayat felsefesinden, Müslümanlardan ve onların İslâmî tavırlarından korkma ve çekinme algısıdır.

ABD’de İkiz Kulelere 11 Eylül 1991’deki saldırıyla yeniden dünya gündemine taşınmıştır. İslâmiyet’i yanlış tanımak ve anlamakla beraber, yanlı ve negatif propagandalar sonucu bu korku bütün dünyada taraftar bulmuştur. Tarihî köklerine bakıldığında ise İspanya’da Endülüs’ün fethedilmesine kadar bu görüşün taze tutulduğu ve yeşertildiği söylenir.

Ayrıca son yıllarda “İslamofobi” algısının, İslâm ve Avrupa Medeniyetlerinin kendi arasındaki ilişkilerin yoğunluk kazanmasıyla bazı odaklar tarafından yeniden popüler hale getirilmiştir. Özellikle, Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” makalesinde İslâm’ı Batı için ‘’Potansiyel düşmanlık odağı’’ olarak lanse etmesinin de önemli bir etkisi olmuştur. Bu makale, soğuk savaş sonrası, uluslar arası ittifak ya da ihtilâflarda belirleyici unsurun politik ve ekonomik göstergelerden ziyade, medeniyetlerin olacağını ifade etmişlerdir. Bununla birlikte korku algısı anksiyeteye dönüşmüştür. Bediüzzaman’ın tabiri ile ‘zındıka ve ifsat komiteleri’ kendi medeniyetlerinin üstün olduğu tezi ile harekete geçerek, İslâm dinine ve mensuplarına karşı gizliden savaş açmışlardır. 

Kendi varlıklarını koruyabilmek adına dünyaya ‘’İslâm’a karşı Tedirginlik Aşısı’’ uygulamışlardır. Bu da var olan korkuları daha da gün yüzüne çıkarmıştır. Pariste’ki ‘’Charlie Hepdo’’ olayı sonrası ‘’Barış Yürüyüşü’’ bu gizli korkunun aslında dışa tezahürüdür.

İslâm adına ya da başka herhangi bir kutsal şey adına yapılan hiçbir terör olayını onaylamadığımızı söylemek isterim. İslâm adına ve İslâm’ı kullanarak yapılan terör eylemlerinin internette İslâm’ı terörle yan yana koyma gayreti içinde olanların bu tavırlarını da onaylamıyoruz. 

Batıda, inandıkları ve yaşadıkları hayat tarzlarının değişeceği korkusu İslamofobi algısını körükler. İslâm, İnsanın Hayat-ı Şahsiyesine ve Hayat-ı İçtimaiyesine bakar ve insanlığın bütün yaşantısını organize eder, dolayısıyla inandıkları ve yaşadıkları tarzı İslâm olarak görmek istemişlerdir. 

Ayrıca, Hıristiyan dünyasının yazar ve çizerleri, bu tarz düşüncelerini ortaya koymaları için teşvik ediliyor. Yani İslamofobiyi körüklemeleri için destek oluyorlar. Paris’te yaşanan Charlie Hepdo saldırısın da bu tarzı ülkemizde de benimseyen gazetelerde de aynı algıyı görebiliyoruz. İslâm dinine ve mensuplarına bazı Avrupa ülkelerinde (Danimarka) ve diğer şehirlerinde, mizah anlayışı içerisinde eleştirilerini ortaya koymaya, mizahla yaklaşarak vurmaya çalışıyorlar.

Ayrıca, siyasîleri kullanarak olayı biraz daha küresel hale getirmeye çalışıyorlar. İslamofobi algısını bu şekilde canlı tutmaya çalışıyorlar. 

İç Dünyamızda İslam Algısı ve tesirleri

İslâm’ın müntesipleri olarak (ben veya biz) bu algının oluşmasında yerimiz var mı? Yâ da ‘’Mü’minlerin yeri nedir?’’ sorusuna da cevap bulmamız gerek.

- Fobik algı oluşturan hareketlerimizin İslâm üzerine yan tesirleri neler olmuştur? Hepimizin öncelikle kendine sorması gereken soru bu olmalı. Hal ve tavırlarımızın İslâm’a karşı negatif algı oluşturmasına izin vermememiz gerektiği çok iyi bilinmeli ve bu şekilde yaşanmalı. İsmi Müslüman, ama fiilî Müslümanca olmayan bir tavrın ya da yapının İslâm’a verdiği zararları daha net şekilde ortaya koyabilmeliyiz. Bazı Müslümanların İslâmiyet’in kurallarını eksik ya da yanlış yaşamaları İslâm’a karşı gelişen yanlış algıyı tetikliyor. 

Ayrıca, Batı medeniyetinin dayatması ile değişim gösteren yaşama şeklimiz, toplum mühendislerinin de desteklemesiyle farkında olmadan bizleri değişime zorluyor. Oysa, İslâmî hakikatler insanlığın gelebileceği en üst düzey yaşama şeklidir.

Moda algısına bir bakalım: Modanın tesiri ile değişime uğrayan bir tesettürümüz var. Aslında örtmek-gizlemek muhafaza etmek olan mahiyeti, değişikliğe uğradığını hepimiz görüyoruz. Bu da İslâm’da var olan gerçek örtünme modelinden bizleri uzaklaştırdı.

Ahlâkî algıya bakalım: Sıdk, doğruluk, güven, emanette emin olma, yardımlaşma ve pek çok güzel hasletlerimizin sosyal ve içtimaî hayattan kalkarak yerini riya, yalan, güvensizlik, bencillik almış görünüyor.

Finans sistemi: Katılım bankacılığı, finans kurumlarından uzak kalanları sistemin içine çektiler. Ticaret yapanlar ya da taşınmaz satın alanlar için bir kereye mahsus ön şartı ile kredi kullanımının meşrûlaştırılması ise en çok tartışılan konular oldu. İslâm’a en fazla hücum finans sistemlerinden geliyor.

‘’Eğer biz ahlâk-ı İslâmi’yenin ve Hakaik-i İmâniyenin kemâlâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler’’ derken Bediüzzaman bu gerçeği ortaya koyuyordu.

Kenya-Dadaap Mülteci kampında gönüllü olarak hekimlik yaparken, Amerikalı kamp güvenlik koordinatörü ile sohbet ettik. Bana “Sen Müslüman mısın?” diye sordu. Evet dedim.

Niçin buradasın? diye sordu. 

- İnsanlık adına dedim. 

- Ne kadar ücret alıyorsun? dedi. Tamamen gönüllük ilkesi ve ahlâkî değerler adına deyince bir kat daha hayreti arttı. ‘İnanılacak gibi değil. Hasta olmayı göze alarak ve hiçbir ücret almadan buraya geliyorsun. Bunu anlamakta zorlandım’ dedi. Oysa diğer Avrupa kökenli hekimlerin yüksek ücretler alarak geldiklerinden bahsetti. Bu sefer biz inanamadık. İşte müsbet hareket. Çok etkilenerek yanımdan ayrıldı. 

Bizlere düşen İslâm’ın yanlış anlaşılma algısını minimuma çekmek için, İslâm’ı doğru yaşayarak, Doğru İslâm’ı, İslâmiyet’in Doğruluğunu göstermekten geçiyor. 

Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de bazı kurumlara ihtiyacımız var. Basın yolu ile İslâm’a yapılan hücûmlara, İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için kurulmuş, “Darul Hikmetil İslâmiye” (1918-1922) gibi bir kuruma çok ihtiyaç var.

İslâm adına yapılan bütün olumsuzlukları anında bütün medyayı kullanarak cevap vermesi en önemli sorumluluğu olmalıdır. Selâm ve duâ ile.

Okunma Sayısı: 1516
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Oğuz Yiğiter

    3.4.2019 10:30:24

    Tebrikler, dualar

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı