O gece niceleri evlerinde, sıcacık yataklarında yakalandı o büyük felakete. Akşam yattı sabah kalkamadı kimisi, kalkabilenlerse buz gibi bir hava, kar, yağmur ve ayaza açtı gözünü.
Gece zengin yatıp sabah fakir uyandı kimisi ve kimisi gece sağlıklı sabah engelli olarak. Bu öyle bir afetti ki kimisi ana babasız, kimi de yavrusuz, bacı-kardaşsız, yarensiz. Kimi yaralı ama hiç bir yara almayan da ruhen yaralı olarak sabahladı.
Evet bu seferki ikaz çok çetin gelmişti. Cenab-ı Hak insana ne kadar aciz olduğunu, tek ve yegâne kudretin kendisinde olduğunu sarsarak ikaz etmişti.
Deprem gerçeği ile sarsılmış, ne yapacağımızı bilemez bir halde arabada beklerken geldi ikinci sarsıntı. Ya Rab! Ne kadar aciziz, kalakaldık öyle çaresiz, korku dolu gözlerle Sana ve senin evine sığınarak.
Mahşer numunesi olan bu halden kaçış belki mümkündü. Peki ya hakiki mahşerden nereye kaçacağız? Deprem sonrası o kadar çok şey değişti ki hepimiz için. Ve artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Mesela zenginliğin değil insanlığın mühim olduğu, kardeşliğin ve yardımlaşmanın güzelliği gibi pek çok iyiliklere tanık olmamızın yanında, anladık ki insanın yükü çok da ağır olabiliyormuş. Anladık ki insanın huzuru rutinindeymiş. “Aynı hamam, aynı tas”ın tası dahi aranırmış, aynı gibi olan günler burnunda tütermiş insanın.
Başka evlerin balkonlarında gördüğü çiçeklere baktıkça evindeki “kızlarım” diye sevdiği çiçeklerini düşünüp hüzünlenebiliyor, “bir kuş olup uçsam, onlara su verip gelsem, hepsi solmuştur şimdi” diye iç çekebiliyormuş insan.
Sadece birkaç parça kıyafetle yollara düşerken ve oradan oraya sevk edilirken Üstadını hatırına getirip “Ah üstadım, nasıl dayandın onca sürgünlere elinde bir sepetinle. Sen dünyanı bir sepete sığdırırken, biz yoğumuzu kamyonlara sığdıramadık” diye de düşünüyormuş insan.
Bu deprem bize neleri göstermedi ki?
-Olmazsa olmaz sandığın, kıymet verdiğin eşyalar olmadan da olabildiğini,
-Ölümün insana şah damarından daha yakın olduğu gerçeğini,
-Sadece insanların değil şehirlerin de ölümlü olduğunu,
-İnsan yükünün ağır bir yük olduğunu ve bir çok insanın, evladının ya da ana babasının evine bile sığamadığını.
-Dünyanın fani yüzünü görüp, O’na, sadece O’na yönelmenin huzur verici yanını…
İnsanız, kalp hüzünlenip göz yaşarıyor işte neylersin.
Yaşamayan bilemez en ufak bir hatıranın insanın boğazında düğüm düğüm nasıl oturduğunu, hatta gülerken ağlamanın zorluğunu.
Başkasının acısı bir başkasına hikâye ne de olsa. Bu imtihanda aynel yakin gördük ki muhacir olmak çok zormuş. Sabır istiyormuş. Ensar olmak ise yürek istiyormuş. Bu bilinçte olan niceleri -ki buna bize evini açan Ayşe abla da dahil- hiç tanımadığı insanlara evlerini, eşyalarını, yüreklerini sırf Allah rızası için açtılar.
Allah hepsinden razı olsun.