O Cumartesi dershaneye gitmiş, herkeslerle helalleşip vedalaşmıştım.
Bilemezdim ki bu son vedaydı. Maraşa, dershanemize ve sevdiğim abla ve kardeşlere. Oysa niyetimde 22 günlük umre ziyareti sonrası evime tüm kardeşlerimi davet edip, onlara hurma, zemzem ikramında bulunmak, mukaddes yerleri yad edip, dualaşıp, kucaklaşmak vardı. Onlar da o hafta okuma proğramı yapıp sonrasında bana ziyarete gelecektiler, öyle planlamışlar.
Ama niyet farklı akıbet çok farklı oldu bizler için. O hafta için üç günlük okuma proğramı kararlaştırılmıştı, dersanede kalıp gayretle çalışılacaktı. Şükür ki kimse yoktu deprem günü dersanede. Dershanemiz tamamen çöküp geriye sadece bir kitap sayfası kaldı, bizim evimiz ağır hasarlı, yıkılacaklar listesine alındı, nice kıymetli insanımız vatan-ı aslisine göç etti. Geride kalan bizler için ise “Hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor” (Mesnevi-i Nuriye) ihtarı bi aynel yakin gösteriliyordu.
Deprem gerçeği benim dünyamda farklı yaşanmıştı. Umre dönüşü İstanbul’a inmiştik, o kadar yolu otobüsle gitmek çok yorucu olacağı için, uçakla gideyim diye bileti aldık. Lakin on dakika ile uçağı kaçırdım. Bir sonraki gün için yeni bilet aldık. Bu sefer de hava şartları sebebiyle iptal edildi. Daha sonraki gün için bilet aldık ve hava alanında 6-7 saat bekledikten sonra yine uçuş iptal edilince, havaalanındaki diğer yolcular gibi ben de epey üzülmüştüm. Biz zahire göre karar veren aceleci kullar değilmiyiz ki? Akıbeti bilmeden anlık kederleniyoruz. Oysa o yolcular da, ben de bizim için gizlenen iyiliği daha sonra görüp, şükredecek ‘iyi ki iptal olmuş’ diyecektik.
Neyse havaalanından gelince ‘bu işte bir iş var. Cenab-ı Hak beni bırakmıyor üç gün oldu gidemiyorum, artık mecbur otobüsle gitmeli’ deyip düştüm yola. Otobüse binerken kardeşime ölümüme gidiyorum, herhalde bunca çabama rağmen Rabbim beni böyle bekletti, sonu hayrolsun demiştim. Ben bilemezdim ki ölümden korunmuşum. Öyle yorgundumki uyuyakalmışım. Gece bir hanımın feryadı ile uyandım. Birden irkildim herhalde bir yakınının vefat haberini aldı, Allah yardımcısı olsun diye dua ederken, otobüs hareketlenmeye insanlar ağlaşıp, konuşmalara başladılar. Ön koltukta oturan gence bir durum mu var? diye sordum. Abla Maraş’ta büyük bir deprem olmuş deyince adeta başımdan kaynar sular boşaldı. Hemen telefona sarılıp, eşimi, yavrularımı aramak istedim ama hat çekmiyordu. O sürede yaşadığım endişe ve korkuyu o otobüsteki tüm yolcular ve nice insanlar yaşadı benim gibi. Bunun zorluğunu anlatmaya kelime bulamıyorum. Ne kadar aciziz bunu bir kere daha anlıyor insan.
Nihayet kızım telefonu açtı ve ‘biz iyiyiz anne, indik evden, arabadayız’ deyince bir nebze olsun rahatlamıştım ama otobüsde ağlayanları da teselli etmeliydim. Fakat bunun tesellisi mümkün olmuyordu ki. Ateş düştüğü yeri yakıyor kavuruyordu. Tamam ben ailemin iyi haberini almıştım ama benim bir de geniş ailem vardı. Gurbette nesebi kardeşlikten öte kardeş bağıyla bağlandığım nice kardeşim, ablam, evladım vardı. ‘Ya onlar nasıllar?’ derken, Maraş uhuvvet grubumuzda kardeşler iyi olduğunuzun haberini yazın denilip, birer birer biz iyiyiz yazılırken, kıymetli Fatma Demir ablamızla ilgili geldi ilk acı haber. Evi göçmüş haber alınamıyormuş, sonrasında da İnna lillahi ve inna ileyhi raciun acı haberi geldi.
Onun şokunu atlatamamışken ardından eşim arayıp “Sevim Donbaloğlu hanımdan oğlu Ekrem haber alamıyormuş, gruplardan sorsana haber alabilen var mı?” dedi. İlk anların şoku ile haberleşmek güçtü ama bir kardeşimiz “Sevim’in oturduğu sitede iki blok çökmüş abla ama onunki mi bilmiyorum” diye yazdı. Kaç kere aradım, ne olur Sevim aç sesini duyayım diye mesaj attım. Sevim nerdesin iyimisin diye yazdım. Hep iyi bir haber almaktı ümidim, ama bir kaç saat sonra o kardeşimiz “Abla şimdi o taraftan geçtik. Sevim ablaların bina çökmüş çok fena. Oğluna haber edin” dediğinde elim kolum, tutuldu. Nasıl verilirdi ki bir evlada bu acı haber? Belki bir haftaya yakın çıkarılamadı Sevim o yıkıntıdan. Ve o evlat enkaz başında anne ve ablasını bekledi günlerce. Ahhh Sevim ahhh! Ben sana ahiretliğim demiştim bilemedim ki kısa süren arkadaşlığımızda ahirete ilk sen yol alacaktın. Hep derdin ya hani, “Bahriye ben çok korkuyorum tayin isteyip gideceksiniz buradan” diye. Bizden evvel senin ebedi istirahatgahına tayinin çıktı. Az kalmıştı emekli olmana. Benim çocuklara olan sevgimi gördükçe, “Esas ben değil sen öğretmen olmalıymışsın. Bu nasıl bir çocuk sevgisi” derdin. Ardından da Allah sana ikiz torunlar versin de doyasıya sev derdin. Ben seni de Allah için çok sevmiştim canım kardeşim.
Umredeyken birkaç kere evlatların için hususi dua istemiştin. Canı gönülden dualar etmiştim Rabbime. Eşi vefat etmiş, evlatları için çabalayan bu kardeşimin Sevim’in zorluklarını kolay kıl Rabbim, evlatlarına hayırlı iş, hayırlı eş nasip eyle diye. Bu dualar inşallah ahiretiniz için kabul olunmuştur, sevimli insan. Sevim kardeşim Cenab-ı Hak mekânını cennet eylesin. Bu büyük acının tek tesellisi inşallah manevi şehit mertebesine çıkmanızın ümidi. Rabbime niyazım seninde, kızın İnci’nin de, Fatma abla, Arzu kardeş ve evlatlarının da cennette buluşmanız. Vakit saat gelip emri hak vaki bulunca inşallah şehitlik mertebesine ulaşan siz kıymetlilerimizin daveti ile belki bizler de kurtuluşa erenlerden olup orda kaldığımız yerden kardeşliğe devam ederiz.
Ne de olsa bize ayrılık yok değil mi? Birimiz dünyada birimiz ahirette olsak da biz bir ve beraberiz biiznillah. Bizi bağlayan bağ çok kuvvetli. Tesellimizde bir o kadar çok. İşte bir kaç örneği “Ahbabın gittikleri alem karanlıklı değil, yalnız yerlerini değiştirdiler, yine görüşeceksiniz.” (Lem’alar)
“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil. Belki bir Fail-i Hakim-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına vatan-ı aslilerine bir sevkiyattır Yüzde doksandokuz ahbabın mecma’ı olan alem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Mektubat)
Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddimesi nazarıyla bakmak gerektir...