Ne içeceğimize ve ne yiyeceğimize karar veren bir avuç şirketin insafına terk edilmiş durumdayız. Ellerindeki gıda tekelini bir silâh gibi kullandıkları açıktır. Gıda konusunda seçim hürriyeti bile elimizden alınmıştır.
Dizi: GDO meselesi - 8
Cenk Çalık
***
Tohum Neden Önemli?
Bu işe neden tohumdan başlandığı akla gelebilir. Sebebi şöyle: İnsanoğlunun iki ana gıda kaynağı vardır; hayvanî ve nebatî gıdalar. Hayvanlar da bitkilerden beslendiğine göre bitkiden başlamak zaruridir. Bitkinin esası tohumdur.
Bu temel girişten sonra yazımızın konusu olan GDO’nun siyasî penceresine daha yakından bakabiliriz. Dünya üzerinde hakimiyet kurmak isteyenler bunun yolunun enerjiden ve gıdadan geçtiğini bilirler. Bu sebeple stratejilerini bu iki konuya yoğunlaştırırlar. “Tohumu kontrol eden gıdayı kontrol eder.” cümlesi gıda hakimiyetine giden yolda tohumun ehemmiyetine işaret eder.
Yeşil Devrim!
1940 yılına gidelim. Bu yıl, çok ses getiren “yeşil devrim”in temellerinin atıldığı yıllardandır. O zamana kadar tarım, küçük işletmeler yani köylüler tarafından yapılırdı. Geleneksel tohumla yapılan bu üretimin maliyeti yok gibiydi. Bu yeni uygulamanın 1940 yılında temelleri atıldı ve 1994’de yaygınlaşmasıyla birlikte tohum köylünün elinden yavaş yavaş alındı; netice olarak tarım “endüstri(!)”ye dönüştü. Artık köylü, patentli tohumlara her sene para vermek zorundaydı. Üstelik bu yeni tohumlar beraberinde gübre, sulama, traktör ve petrol gibi ek maliyet kalemlerine de ihtiyaç duyuyordu. Ne ilginçtir ki tohum satanlar bütün bu ihtiyaç duyulanları da satıyorlardı!
Yalanlarını ve bu yalanları destekleyen kurumları biliyor muyuz?
Peki, hangi yalanlarla çiftçileri kandırmayı başardılar? Bunların çoğunu bugün de söylemeye devam ediyorlar. Ne yazık ki milyarlarca insan hâlâ bu yalanlara inanıyor! Dünya nüfusunun çok arttığını ve bunun çok tehlikeli olduğunu, tarım alanlarının sürekli azalarak nüfusa yetmediğini, dünyada açlık ve susuzluk olduğu gibi tezlerle sürekli beyin yıkamaya devam ettiler.
Bu tezlerin desteklenmesi için de enstitüler, laboratuvarlar, vakıf ve araştırma merkezleri kurarak ilmî(!) referanslara dayanmayı da ihmal etmediler. Meselâ WHO, FDA, FAO gibi kuruluşların yönetimi; şirketlerin eski çalışanlarının elindedir. Kuş gribi, domuz gribi gibi hastalıkların pazarlanması; GDO’ların zararsız olduğunun kabul edilmesi gibi bütün hatalı tutumların, bağımsız gibi görünen otoritenin tasarrufunda olduğunu hatırlayalım.
Köleliğin Modern Tabiri: TRİPS
Dünya Ticaret Örgütü’nün, Ticaret Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPS); dünyadaki tohum arzının, gıdaların ve tarım alanlarının çoğunun küresel tarım şirketleri tarafından ele geçirilmesine çanak tutmuştur. Bu anlaşma; bir avuç küresel şirketin çıkarlarını, diğer bütün çıkarların üzerinde tutma amacına hizmet eden politikaların düzenlenmiş halidir. Böylece ulusların kendi sınırları içindeki ticareti düzenleyebilme veya kendi toplumlarına uygun olan standartları belirleyebilme hürriyetlerinin yanı sıra çiftçilerin ve tüketicilerin haklarını da ciddî bir şekilde baltalar.
16 Mayıs 2011’de, ABD Kongre Temsilcisi Ron Paul Kongre’de: “Kendi irademizle neyi yiyip içeceğimizin hürriyeti bile elimizden alınmış durumda. Bizim acaba ne kadar hürriyet hakkımız kaldı?” ifadesi bu hakikati teyit eder.
Her Devrin Adamı: Kissinger!
1950 yılından beri Obama da dahil ABD başkanlarının yanında farklı pozisyonlarda yer alan Henry Alfred Kissinger yüz yirmi üç sayfadan oluşan “Ulusal Güvenlik Çalışma Muhtırası” (NSSM200) adlı raporu hazırlar. Onun: “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silâhtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” ifadesi sürece ait önemli bir vesikadır. Kissenger, kendisi için bu silâhın ne olduğunu: “Dosta ödül, düşmana ceza” şeklinde özetler.
Yahudi asıllı siyonist lider Winston Churchill’in: “İnsanlar ve hayvanlar üzerinde bilinçli olarak kullanılabilecek salgın hastalıkları, mahsulleri yok edecek bakterileri, at ve sığırları öldürecek şarbonu sistemli bir şekilde üretebilen hükümetlere ihtiyaç var.” şeklinde biyolojik harp imkânlarını destekleyen sözleri aslında yoruma ihtiyaç bırakmıyor. Nasıl bir dünya planladıklarını ve neler yapabileceklerini ortaya koyuyor.
Keza 1974 yılında Roma’da düzenlenen Dünya Tarım Konferansı’nda, ABD Tarım Bakanı Earl Lauer Butz niyetlerini gizleme ihtiyacı duymadan şöyle der:
“Gıda, pazarlık masasındaki en önemli araçlardan biridir. İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel bir yöntemdir.”
Pirinç Trajedisi
Bağımlı hale getirmenin en iyi ve kısa yolu tohumu patent altına alarak tekelleştirmektir. Bunun için de hangi yalanın söylenmesi gerekiyorsa en güçlü bir şekilde söylenir.
Pirinç trajedisi konuyu özetler:
Bir zamanlar Asya’da pirincin tam yüz kırk bin çeşidi vardı. Rockefeller ve Ford vakıflarının başlattığı “Uluslararası Pirinç Biyoteknolojisi Programı” aracılığıyla dünyanın pirinç kaynakları bu merkezin laboratuvarında toplandı. A vitamini eksikliğini pirinç üzerinde yapacakları değişiklikle giderecekleri yalanını söylediler. Bu süreçte Dünya Bankası’nın gücü de kullanıldı. Toplamda beş yüz milyar dolar harcanarak, pirinç çeşidi altıya indirilerek patent altına alındı.
Sonra ne mi oldu? Tabiî tohumlar, şirket tohumlarıyla değiştirildi. Mülkiyetin değişmesi manasına gelen bu durum artan maliyetlerle birlikte çiftçileri ödeyemeyecekleri borçların altına soktu. Bu vetirede sadece Hindistan’da iki yüz bin çiftçi intihar etti. Ülkemizde de durum farklı değil. Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu’nun açıklamasına göre, ülkemizde her elli saniyede bir çiftçi iflâs ediyor.
Mahşerin Dört Atlısı!
“Mahşerin dört atlısı” yani Monsanto, DuPont (Pioneer), Dow AgroSciences ve Syngenta şirketleri; hibrit ve GDO’lu tohumların yanı sıra ziraî ilâç, gübre, hormon, yem, hayvansal ilaç, gıda katkı maddeleri, temel gıda üretimi, insanî ilâç, finans, petrol, tarım makineleri, tıp endüstrisi, kimyasal ürünler, silâh sanayii gibi birçok alanda faaliyet gösterir. Monsanto tek başına GDO’lu tohumun yüzde doksanını üretirken, dünya tarımının yüzde doksana yakını bu dört firmanın kontrolü altındadır!
Bu tekelleşme bize dünyadaki aç insanların üçte ikisinin, toprağından koparılmış küçük çiftçiler olduğunu da açıklar. Sermayenin ve mülkiyetin sürekli artan hızda belli kişilerde toplanması tesadüf değildir.
İktisatçı Samir Amin’in: “Merkez ülkelerin elli milyon tarım üreticisi ve şirket tarımı, çevre ülkelerin üç milyar köylüsünü tasfiye ediyor.” ifadesi tarımdaki tekelleşmeyi açıklıyor.
Hâlimizin Kısa Özeti!
Dünyanın içinde bulunduğu durumu aktivist Mebruke Bayram şu şekilde özetliyor:
“Soframızdaki gıda birileri tarafından gasp ediliyor. Gaspın yalnızca köylünün emeğinin sömürülmesi ya da yükselen gıda fiyatları yoluyla yapıldığını düşünmeyin. Yeni nesil gıdaların içeriğinde ‘doğal olarak’ bulunması gereken maddeler birer birer azalırken, gıdayla ilgisi olmayan katkı maddeleri ve koruyucu maddeler çoğalıyor. Gıdanın her alanında bir standartlaşma, zapturapt altına alınma süreci yaşanıyor. Dünya halklarının zengin gıda çeşitliliği ve kültürü yavaş yavaş yok edilirken soframızı tek tipleşmiş, standart, hijyenik, şık ambalajlı, ancak içi boş gıdalar ele geçiriyor. Gıdanın gaspı, üretim sürecinde kullanılan tekniklerden tutun genlere kadar pek çok alanda sürdürülüyor. Gıdalar ağır bedeller karşılığında üretiliyor. Asıl üretici konumunda olan köylüler açlığa mahkûm edilirlerken, gıdanın ticaretini yapan ulusötesi tekeller akıl sınırlarını zorlayacak büyüklükte paralar kazanıyorlar.”
Talut’u Hatırlayalım mı?
Talut kıssasını hatırlamalıyız. Rivayete göre Talut’un seksen bin kişilik ordusu vardı ve o ordunun yetmiş altı bin neferi, geçmekte oldukları nehirdeki sudan içmişti. Nehri Talut’la beraber onun ancak dört bin askeri geçebilmişti. O nehrin suyunda ne vardı ki; içenleri öldürmüyordu, fakat takatsiz bırakıyor, cihada gitme heyecanını yok ediyordu? Bugün, ecnebilerin ve para hırsıyla gözü dönmüş yerli işbirlikçilerinin dayatmaları ile market raflarına doldurulmuş aldatıcı renkleriyle, ışıltılı görüntüleriyle binlerce üründe aynı tehlikenin var olduğunu görebiliyor muyuz?
Anlaşılacağı üzere dünya çepeçevre kuşatılmış durumda.
GDO şirketleriyle bütün dünyayı karanlık emellerine alet etmek istiyorlar. İnsanları “organizma”dan adeta “mekanizma”ya çevirme gayretleri var. Aslında onların bütün yalanları ortaya çıkmış vaziyettedir. GDO’lu tohumların yüksek verim getirdiği, maliyetleri düşürdüğü, sağlıklı olduğu, bu tohumların besin değerlerinin daha yüksek olduğu gibi onlarca yalan ifşa olmuştur.
Peki, hâlâ nasıl oluyor da aynı sahtekârlığa devam ediliyor ya da bu yalanlara tepki verip kamuoyunu bilgilendiren birileri yok mu?
Neden ehl-i vicdanın sesi duyulmuyor?
Aslında çok sayıda insan var. Onların sesleri yeterince duyulmuyor. Onlar seslerini duyurduklarında ise karşı taraf, medyayı ve akademik çevreleri kullanarak toplumu unutturarak uyutuyorlar. Hazzın peşine düşen ahir zaman insanı ve ciddî manada borçlanarak Dünya Bankası’na, IMF’ye boyun eğen idareciler bu sürecin devam etmesini sağlıyorlar. Unutturularak uyutulan insanların, istenilen istikamette yönlendirilmeleri kolay oluyor. Amaç, kendi çıkarlarına uygun olmayan gerçekleri silerek bunun yerine yalanlarla dolu yeni mesajların özellikle reklâmlar vasıtasıyla doldurulması.
GDO’lu tohumlar tam olarak bu amaçlara hizmet ediyor. Bir tür “modern köleleşme” sağlıyor. Bu tohumları üreten firmaların tarım, gıda ve sağlık ürünleri aslında bedenin ve zihin kontrol aracı olarak kullanılır. Ama bunu üretenler, aynı durumun kendilerine hatta işyerinde dahi yapılmasına razı olmazlar. Meselâ yüzde doksan pazar payıyla dünyanın en büyük GDO firması olan Monsanto’nun fabrikalarında GDO’lu ürün tüketmenin yasak olduğunu biliyor muyuz?
Svalbard Kıyamet Tohum Bankası
Bir yandan insanlığı GDO’lu tohumlara mahkûm eden siyonist zihniyet bir yandan da tabiî tohumları toplayarak depoluyor. Norveç’in Svalbard kasabasında buzulların yüz elli metre altında korunaklı bir şekilde kurulan “Svalbard Kıyamet Tohum Bankası”nda (SGSV) tam altı yüz binden fazla tabiî tohum bulunuyor. Dünyadaki bin dört yüz tohum bankasından birisidir. Burada bulunan tohumların çoğunun Irak’taki, Afganistan’daki, Ruanda’daki, Etiyopya’daki, Somali’deki ve Kamboçya’daki isyanlarda ve savaşlarda ilk yağmalanan yerlerden biri olan tohum bankalarından getirilmiş olması tesadüf olmasa gerek.
“Kıyamet Günü Kasası” olarak da bilinen bu banka, Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü (GCDT) tarafından yönetiliyor. Görünürdeki isim bu olmakla birlikte asıl sahiplerinin Rockefeller Vakfı, Bill & Melinda Gates Vakfı, Monsanto, DuPont, Dow AgroSciences ve Syngenta olduklarını belirtelim. Geleceğin en önemli bankalarının mevduat, yatırım, kan ya da ilik bankası değil tohum bankaları olacağını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Ümitvar Olalım!
Bütün bu anlatılanlar bizleri yeise sevk etmemeli. Her şey Rabbimizin kontrolünde ve izni ile gerçekleşir. Biz de şuurlu olmakla ve gerekli tedbirleri alıp takdire boyun eğmekle mükellefiz.
SOSYAL YÖNDEN: GDO
Chris Hedges: “Günaha inanmayanlardan korkmamız gerekir” diyor.
Prof. Steven Block ise: “Aklıselim hiç kimse GDO’lu ürünleri kullanmaz. Ancak herkes aklıselim değil.” şeklinde, GDO’lu ürünlerin adeta kullanım mantığını özetliyor.
SlowFood hareketinin bin beş kişi üzerinde yaptığı kamuoyu araştırmasına göre soru sorulan insanların % 78’inin GDO’ya ve GDO’lardan üretilen ürünlere karşı oldukları ortaya çıkmıştır.
- Bu kişilerin yüzde seksen biri GDO’lu bitkilerin, tabiatın dengesi üzerine önceden kestirilemeyecek olumsuzlukları olabileceğini;
- Yüzde altmış yedisi GDO’nun tamamiyle yasaklanması gerektiğini,
- Yüzde altmış altısı GDO’lu besinlerin insan sağlığını tehdit ettiğini,
- Yüzde elli ikisi tabiata her türlü müdahalenin etik sebeplerden dolayı reddedilmesi gerektiğini dile getirmiştir.
Araştırma sonuçları, toplumun GDO’yu istemediğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Gelin görün ki araştırma yapılan ülke olan Almanya’da satılan gıda maddelerinin yüzde yetmişi ya GDO’ludur ya da gen mühendisliği ile üretilmiş bir katkı maddesi ihtiva eder. Dünyanın genelinde de durum farklı değildir. Hazır gıdaların en az üçte ikisinin GDO ihtiva ettiği tahmin edilmektedir.
En büyük GDO üreticisi olan ABD’de yapılan bazı kamuoyu araştırmaları ilginç sonuçlar ortaya koymuştur. Bu araştırma sonuçlarına göre Amerikan vatandaşları GDO ihtiva eden yem ile beslenmemiş hayvan eti yiyebilmek için daha fazla para ödemeye hazır olduklarını belirtmişlerdir. ABD yurttaşlarının GDO’dan üretilmemiş nebatî yağ satın almak için yüzde elli daha çok para harcamaya hazır oldukları ifade edilmiştir.
DEVAMI YARIN