Biz onu “Dehri Yahya Hoca” diye tanıdık. Köyümüz karşı karşıya olduğu için, Yahya Hocanın köye geldiğini onun okuduğu ezan sesinden anlardık.
Yahya Hoca, yetmişli yıllarda İstanbul’da görev yaparken köyümüzün gençlerine evinde Kur’ân dersi vermeye başlıyor. Hafta sonları da onları Süleymaniye’ye Kirazlımescit’deki Risale-i Nur dersine götürüyor. Böylece bizim civar köylerimizden bir çok kişinin de Risale-i Nur eserleriyle tanışmasına sebep oluyor.
Hatta o ders halkası bizim evlere kadar da gelmiştir. O kürsülerden hiç inmedi. Evleri de birer ders kürsüsüne çevirerek bize güzel bir örnek oldu. Bizim köyümüz gençleri arasında evlerde kurmuş olduğumuz bir ‘hemşehri ders halkası’ vardı. Her çağırdığımızda mutlaka geldi. Onun sohbetleri, dersleri, mekânları dolduruyordu. “Yahya Hoca” dediğimizde gencinden yaşlısına herkes koşuyordu. Hatta Yalova’daki buluşmamıza da iki defa gelmiş ve ders yapmıştı.
Benim kendisiyle olan irtibatım bazı ortak noktalarımızın olmasındandı. Aynı okulda okumuş olmamız, birbirine çok yakın yerlerde oturmamız, iş yerlerimizin birbirine yakın olması, baba dostluğu, köy komşuluğu...
Seksenli yıllarda ben İstanbul’da öğrenci iken evine gitmeye başladım. Bu ziyaretler vefatına yakın zamana kadar devam etti. Evinin ve sofrasının böylesine geniş olduğu başka bir kişi görmedim. Evine her gittiğimde ilâvesiz ya esnaf ya da üniversite öğrencileri olurdu. Onun güler yüzü ve tatlı sohbeti her daim etrafını doldurmuştu. Allah ondan razı olsun, biz de ondan çok istifade ettik. Yalnız bir konuda ‘keşke’ diyorum. O da son ziyaretimizde aklıma gelmişti, ama yapamadık. Onunla İşaratü’l İ’caz’ı müzakere etmek düşüncemiz vardı, nasip olmadı.
Yahya Hocamız yöremiz için büyük bir zayiattır. Cenab-ı Allah’tan ümitvarım ki, bizden bir Yahya’yı aldı yerine bir çok Yahya’yı verecektir inşallah. Cenab-ı Allah merhuma rahmet eylesin. Amin.