15 Temmuz Hâdisesinin beşinci yılında üstündeki sis perdesi duruyor. Bütün araştırma ve raporlar siyasi iktidarca “öngörüldüğü” halde neden “önlenmediği” istifhamını daha da arttırıyor.
Öncelikle siyasi iktidara yakın sanatçılardan yazarlara herkesin çağrılıp hâtıralarını anlattığı Meclis Komisyonu’na -muhalefetin bütün çağrılarına rağmen- “olaylar”ın içindeki sorumlularının başında gelen Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı’nın -tepeden tâlimatla- ifade vermeye gelmemeleri başlı başına şüphe kaynağı bir durum.
Toplam 142 saatlik 22 toplantıyla tekâmül ettirilen ve Komisyon Başkanı özetini 26 Mayıs 2017’de açıkladığı 643 sayfalık 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu Raporu’nu AKP’li Meclis Başkanı’na kameralar önünde âlây-ı vâlâ ile “teslim ettiği” halde, AKP’li Meclis Başkanvekili’nin “komisyon tarafından tekemmül ettirilerek Başkanlığımıza sunulan bir rapor yok, bize böyle rapor sunulmadı” sözleri, 15 Temmuz’un perde arkasındaki gerçeklerin bizzat siyasi iktidarca ortaya çıkarılmak istenmediğini ele veriyor. (gazeteler, 25.9.2019)
Anlaşılan, 15 Temmuz’u hoyratça istismar eden “iktidar cephesi”, bütün karartmalara rağmen Meclis raporunda muhalefetin belgeleriyle şerh koyduğu “15 Temmuz öngörülüp önlenmeyen, ancak sonuçları kullanılan kontrollü bir darbedir” tesbitinden rahatsız; fellik fellik kaçıyor.
NEDEN “KIŞLADA KALIN!” EMRİ VERİLMEDİ?
Sahi, 15 Temmuz günü öğle saatlerinde MİT’e gidip darbe ihbarında bulunan kara pilot binbaşının -11 Ağustos 2017’de- Genelkurmay Çatı Davasında verdiği ifâde tutanaklarında da yer alan “darbe haberini verdim” ifadesiyle açığa çıkmasına, MİT’in Genelkurmay’a haber vermesiyle tüm kuvvet komutanlıklarına 18.30’da iletilmesine rağmen, komuta kademesinin önemli bir kısmı neden düğün ve yemeklere dağılmış olarak derdest ve enterne edildiler ve sonra serbest bırakıldılar?
En çarpıcısı, Astsubay Ömer Halisdemir’in şehit edilmesiyle ilgili davada tanık olarak dinlenen dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’nın “Silâhlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı” ifadesiyle açığa çıkıyor.
Bundandır ki Meclis’te milletvekillerinin, “Genelkurmay Başkanı, “kışlalarda kalın” emri verseydi, darbe girişimi kışlalarda bastırılabilir miydi?” sualine Binbaşı O.K.’nin “Doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, verdiği emirleri farklı emirlerle destekler, askerin kışladan çıkmasının önüne geçebilirdi” sözü hâlâ önemini koruyor. (Mehmet Y. Yılmaz, [email protected], 15.7.20)
ÜLKE BİR “KONTROLLÜ DARBE”YE Mİ TESLİM EDİLDİ?
Bu durumda Akıncı Üssü davasına müşteki olarak müdahale eden emekli Korgeneral Mehmet Şanver’in “Çıkıp konuşmalılar, bir değerlendirme hatası var. MİT Müsteşarı ihbarı aldıktan sonra yemeğe gidiyor; komuta ve yönetimde karanlık noktalar var” beyânı ve bazı üst düzey komutanların “Eğer erkenden birliklere ‘kışladan çıkmama’ emri verilseydi, böyle bir kargaşa olmayacaktı; 251 insanın can vermesine, iki binden fazla vatandaşın yaralanmasına da sebebiyet verilmeyecekti” sözleri, sürecin ne denli muallel bırakıldığının ifşası oluyor. (Milliyet, 21.9.18)
Bu açıdan 15 Temmuz’dan on beş ay sonra “15 Temmuz gerçek mânâda aydınlanırsa bugün ‘kahraman’ dediklerimizin aslında darbenin içinde olduğunu göreceğiz” analizini yapan iktidar partisi eski milletvekili Şamil Tayyar’ın “Genelkurmay Başkanı o gece kararsız kaldı, taraf değiştirebilirdi’ şüphesine ilişkin “Evet, böyle şüphem var. Genelkurmay Başkanı’nın ilk aşamada ya Başbakan’ı ya da Cumhurbaşkanı’nı araması gerekirdi, ama aramadı” istifhamlarıyla “kafamda soru işâretleri var ve bunlara cevap arıyorum” sözleri fevkalâde çarpıcı. (Kübra Par, Habertürk, 22.10.17)
Neticede Cumhurbaşkanı’nın darbeyi eniştesinden, Başbakan’ın “bir yakını”ndan haber alması garabetleri, göz göre göre gelen 15 Temmuz’a dair belirsizlikleri daha da karartıyor.
Gerçekten, 15 Temmuz’da ülke bir “kontrollü darbe”ye mi teslim edildi? Neden gerekli tedbirler alınmadı?