“Tek adam yönetimi”nde Anayasayı alabildiğine ihlâlle demokrasinin ve hukukun tahribine tam gaz devam edilirken, Cumhurbaşkanı’nın 27 Mayıs darbesi yıldönümündeki “yeni anayasa” çıkışının, gerçek gündemi ve seçim mağlubiyetini unutturma hesâbına olduğu bir defa daha ortaya çıkıyor.
“İktidar yandaşı şirketler”e rant peşkeşi uğruna betonlaştırılıp ruhsuzlaştırılan Yassıada’da tertiplenen, ancak merhum Menderes ve demokrasi şehidlerinin siyasi verâsetini taşıyan başta DP Genel Başkanı ile demokratların davet edilmeyip katılmadığı, parti sloganlı “sivil anayasa sempozyomu”nda DP dâvâsı istismar edilirken, “torba yasalar”la Meclis irâdesi manipüle edilerek “tasarruf paketi” emrivakisinden sonra yine Meclis’le, muhalefetle, sivil toplumla, hukukçularla istişâre edilmeden Saraydan ısmarlama “9. yargı paketi”ni dayatma garabeti sergileniyor.
SAMİMİYETSİZ “YENİ ANAYASA” SÖYLEMİ
Görünen o ki ortada sadece “yeni anayasa” sözü var ve Anayasanın hangi yönüyle değiştirileceğine dair hiçbir öneri yok. Kaldı ki mevcut siyasi konjonktürde ve Meclis yapısında mümkün olmadığını bile bile “belki tutar” diye “yeni anayasa oltası” ortaya atılıyor.
Bilindiği gibi 2002’de ağır ekonomik krizin hafiflemeye başladığı vetirede Bahçeli’nin ani “3 Kasım’da seçim” çıkışıyla içinde bulunduğu koalisyonun sonu getirildi.
Keza 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinde Anasol-D ve Anasol-M koalisyonlarında yer almayıp ekonomik krizde hiçbir dahli olmayan, yüzde 9.7 oyla yüzde 10’luk “seçim barajı”na takılıp -en 60 milletvekili kaybeden- başta DYP ile topyekûn muhalefetin Meclis dışında kalmasıyla AKP yüzde 34 oyla Meclis’in 65’ini doldurup tek başına iktidarı kotardı. Ve dönemin ana muhalefet Genel Başkanı Baykal’ın desteği ve “Siirt katakullisi”yle AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Meclis’e girip Başbakan olması sağlandı.
Mevcut Anayasanın açık hükümleri bile bile çiğnenip özellikle siyasi tutuklulara dair Anayasa Mahkemesi ile AİHM kararlarının uygulanmadığı vartada “etki ajanlığı” perdesinde “dezenformasyon yasası” gibi yeni bir “istibdat yasası” dayatılırken “sivil anayasa”dan dem vurulması çarpıklığı da daha baştan “yeni anayasa” iddiasını samimiyetsiz ve anlamsız kılıyor.
“OTORİTER REJİM”İN İDAMESİ KOMPLOSU
Yine 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidarı kaybetmesi üzerine muhalefetin 45 gün süren “istikşafi görüşmeler”le beş ay oyalandığı, yüzlerce vatandaşın ve güvenlik görevlisinin şehit edildiği kanlı sürecin ardından 1 Kasım’da tekrarlanan seçimle yine Bahçeli’nin “madem Cumhurbaşkanı fiili olarak Anayasaya uymuyor, o zaman Anayasayı ona uyduralım” tuhaf gerekçeli -2.5 milyon mühürsüz geçersiz oyun yasalara açıkça aykırı olarak “geçerli” sayıldığı- 16 Nisan 2017 referandumuyla “otoriter rejim” milletin başına belâ edildi.
Diyeceğimiz o ki; AKP iktidarı ve “tek kişilik yönetim”, her seçim ve referandum sonrası sıkıştığında “demokrasi”, “hukuk”, “hak ve hürriyetler” söylemleriyle muhalefete müracaat ediyor. Hep siyasi dalaverelerle, politik manevralarla “iktidarda kalma oyunları”na başvuruyor.
En son AKP iktidarının yirmi ikinci yılında 31 Mart seçimlerinde uğradığı ağır kayba karşı “normalleşme” paravanında ortaya attığı “yeni anayasa oltası”yla Türkiye’yi demokrasiden hukuka, ekonomiden dış politikaya her alanda çöküşe duçâr eden “tek kişilik otoriterliğin” idamesi ve tahkimi uğruna bir yığın komployla muallel kumpaslar kuruluyor. Bu yüzden millet nezdinde mâkes bulmuyor.
Ve “Saray rejimi”nde ortaya atılan demokrasi, hukuk, hak ve hürriyetlere dair bütün “paketler”de olduğu gibi “politik ikiyüzlülüğün” son tezâhürü olarak ifşa oluyor.