Bediüzzaman, ilk Mecliste on maddelik bir beyanname dağıtmıştı ‘Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir’
BEYANNAME’NİN NEŞRİ
Bediüzzaman Said Nursî, ikaz çalışmalarına Meclis’ten başlamak istiyordu. Düşüncelerini bir beyanname hâlinde tesbit edip millet vekillerine dağıtır. Bir suretini de Kâzım Karabekir Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal’e gönderdiği bu beyannamenin aslı şöyledir:
“Ey mücâhidîn-i İslâm! Ey ehl-i hall ü akit! (zor işleri halleden, çözen) Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.
“Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlâhiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur’ân’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’ân’ın en sarih ve en kat’î emri olan “salât” gibi ferâizi imtisal etmeniz (namaz gibi farz ibadetleri yerine getirmeniz) lâzımdır, ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin. (...)
“Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.”
On maddelik bu beyanname, Âl-i İmran Sûresi’nin “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” mealindeki 173. âyeti ve Enfal Sûresi’nin “O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır.” mealindeki âyetiyle son bulur.” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1997, s: 125)
Bu mebusâna hitap, namaz kılanlara altmış mebus daha ilâve eder. Namazgâh olarak kullanılan oda almayınca, Meclis’te daha büyük bir yer tahsis edilir. Dolayısıyla, Bediüzzaman Said Nursî’nin, TBMM’deki saygınlığının gittikçe arttığını gösterir. Daha önce, Bediüzzaman’a karşı yakın ilgi gösteren ve her ne isteği olursa derhal yerine getirileceğine dair teminat veren Millî Hükümetin ve bilhassa Mustafa Kemal’in tavırları, bu beyannamenin neşredilmesinden sonra birden değişir. Bir gün Mustafa Kemal, TBMM’nin Divan-ı Riyaseti’ne (Meclis Başkanlığı Toplantı Salonu’na) girdiğinde gördüğü manzara karşısında şaşırır. Bediüzzaman’ın abdest almış, kolları sıvalı olduğu halde, soba başında mendilini kuruturken, bir taraftan da altmış kadar milletvekiliyle sohbet ettiğini görünce çok hiddetlenir. Yüksek sesle: “Hocam, burası Millet Meclisidir, bu ne hâl? Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sizin yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz, en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz” diye bağırır. Bunun üzerine daha çok hiddetlenen Bediüzzaman: “Evet burası Millet Meclisi’dir” şeklinde cevap verdikten sonra devam ederek: “Paşa paşa! Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır. Namazı kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur (reddedilir)” şeklinde cevap vermiştir. Bu gergin hava karşısında tartışmayı sürdürmek istemeyen Mustafa Kemal, orada hazır bulunan milletvekillerine döner ve “Hocam haklıdır” diyerek hiddetini geri almıştır. (Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayat, İstanbul – 1998, Cilt: 1, s: 550)
Bediüzzaman Said Nursî ertesi gün riyaset odasında, “Hücumat-ı Sitte” (Altı Hücum) isimli eserinin “birinci desisesinde” (hîlesinde) geçen ve Ayasofya örnek olarak verilen konuyu, Mustafa Kemal’e anlatır. (İlgili bölüm için bakınız: Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul – 1997, s: 403)
Bediüzzaman; söylediklerini, Mustafa Kemal’in büyük bir dikkatle dinlediğini, sonraki yıllarda bir kısım talebelerine anlatmıştır. Yakın talebelerinden ve hizmetkârlarından Mustafa Sungur der ki: “Üstadımız bir gün buyurmuşlardı; ‘Ben Ankara’da Reis-i Cumhur’la namaz hakkında yaptığımız münakaşadan bir gün sonra, onunla riyaset odasındaki hususî görüşmemizde, Hücumat-ı Sitte’de geçen temsil ve hakikati ona ders vermekte iken, Mustafa Kemal pür dikkat kesilip dinliyordu. O anda başka bir iş için Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Mustafa Necati içeri girdi. Konuşmamın kesilmemesi ve dikkatinin dağılmaması için, adeta Maarif Vekilini odadan kovarcasına eliyle işaret ederek çıkarttı.” (Abdülkadir Badıllı, a.g.e. , s: 557)
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ’YE KARŞI
DÜZENLENEN SUİKAST
Bediüzzaman’ın Meclis ve halk üzerinde gittikçe artan nüfuzunu ve çalışmalarını hazmedemeyenler, onun yüzüne karşı güler yüzlü ve hürmetkâr görünürken, el altından da onun vücudunu ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı. Bunun için de bir komplo (suikast) düzenlediler. Bu amaçla, bir müddettir varlığından söz edilen Tifo salgını bahane edilerek, yapılacak aşı kampanyasına Meclis’ten başlanılması uygun bulundu. Bir akşam üzeri Meclis koridorunda kendilerini sağlık memuru diye tanıtan kişiler, mebusları aşılamaya başladılar. Her müsbet harekette olduğu gibi, böyle bir kampanyaya da destek veren Bediüzzaman, gönüllü olarak sıraya girdi. Kendisine sıra gelince, kalbinin üzerinden büyükçe bir iğne ile “Tifo aşısı” diyerek zehir verdiler. Bu sırada görevlilerde bir telâş olduğunu fark ettiyse de, bunu zamanın darlığına yorumlayarak üzerinde durmadı. Fakat, Meclis’ten çıktıktan biraz sonra gözleri kararmaya başladı ve kendisini Hacıbayram Tekkesi’ne zor attı. Yeğeninden ayran istedi ve “Ya Şafi, Ya Allah” diyerek içti. Hareketli bir gece geçiren tekkede, sabaha kadar Kur’ân okundu, duâlar edildi. Nihayet Bediüzzaman, zehirin tesirinden biiznillah kurtularak şafakla birlikte ayağa kalktı. Adeta, Hacıbayram’da yeniden dünyaya geldi. Ertesi gün onu sapasağlam ayakta gören dostları bayram sevinci yaşarken, öleceğinden gayet ümitli olan düşmanları da kahroldular ve sevinçleri kursaklarında kaldı. (Bediüzzaman Said Nursî’ye yapılan suikastların bu ilki idi. Sonraki hayatında bir çok suikastlardan başka ondokuz defa zehirlemişlerdir.)

Bediüzzaman’ın Mecliste, mebuslara hitaben yaptığı 10 maddelik konuşması. Bu beyannameyi daha sonra Mecliste dağıtmıştır.
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ’NİN ANKARA’DAN AYRILIŞI
Bediüzzaman Ankara’da bulunduğu sürece, hep menfi gelişmeleri engellemek ve vatan ve milletin yararına bir şeyler yapmak istiyordu. Fakat, bütün gidişatı hiç de iyi görmüyordu. Birinci Meclis’te bulunan ulemadan Balıkesir Mebusu Hasan Basri Çantay bu konuda şunları anlatmaktadır:
“Biz Birinci Meclis’teki gidişatın iyi olmadığını görüyor, olaylardan çok endişe ediyorduk. Ben ve Mehmed Âkif bir heyet toplantısı yaptık. Bir parti kurup, gidişatı durduralım diye karar aldık. Bir lider etrafında toplanmak için Bediüzzaman’la görüşmeyi kararlaştırdık ve kendisini ziyaret ettik. Geliş gayemizi kendisine ilettik ve görüşünü almak istedik. Bize cevaben şunları söyledi: ‘Batılılar, İngilizler bunun tezgâhını kurmuşlar. Sizin bütün çalışmalarınız onların hesabına geçecektir. Hiçbir seyyiat ve tahribatlarına engel olamayacaksınız. Gelin bu savaştan vazgeçin. İslâma hizmet, İslâm metoduyla olur. Gayri İslâmî yollarla hizmet olmaz. Hep beraber Anadolu’ya yayılalım, karış karış dolaşalım. Milletin îman nabzını tutalım. Yeni bir Asr-ı Saadet metodu ile yeni bir oluşumla meydana çıkalım’ dedi.” (Muhammed Sıdık Şeyhanzade, Nurculuğun Tarihçesi, Tenvir Neşriyat, İstanbul – 2003, S: 166).
Bediüzzaman Said Nursî, artık Ankara’da teşriki mesai (ortak çalışma) imkânının kalmadığı kanaatine varır ve Ankara’dan ayrılmaya karar verir. Onun bu kararını öğrenen dostları ve mebusların bir çoğu üzülür. Kendisini bu kararından vazgeçirmek için istasyona kadar gelerek çok ısrar ederler. Fakat Bediüzzaman kesin kararlı olduğu için, onların bu arzularına uyamayacağını üzülerek bildirir. Uğurlamak için istasyona kadar gelenler arasında bulunan Mustafa Kemal, ayak üzeri Bediüzzaman’dan heykel hakkındaki fikrini sorar. O da verdiği cevapta: “Büyük Kur’ân’ımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanların heykelleri ise hastahaneler, mektepler, yetimleri koruyan yurtlar, mabetler, yollar gibi abideler olmalıdır. Sanemperestliği (putperestliği) şiddetle Kur’ân menettiği gibi…”
Heykel konusunda bu konuşmalara şahit olan Birinci Devre Van Mebusu Tevfik Demiroğlu olayı şöyle anlatıyor: “Üstad Bediüzzaman Said Nursî, son olarak Mustafa Kemal ile istasyonda heykel konusunda konuşurken, ben yanlarında idim. O zaman Üstad: ‘Paşa, biz sana heykel dikmen için yardım etmedik’ dedi.” (Necmettin Şahiner, Son Şahitler. İstanbul – 1974, c: 1, s: 226.)
Nihayet vakit geldi, Eski Said’i, Yeni Said’e götüren tren hareket düdüğünü çalarken, Ankara’ya ilk geldiğinde karşılandığı gibi, mebuslar ve halkın oluşturduğu ihtişamlı bir kalabalık tarafından büyük sevgi gösterileriyle Van’a uğurlanmıştır.
— SON—
KAYNAKLAR
lBadıllı, Abdülkadir Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt: 1, İstanbul 1998.
lBahadıroğlu, Yavuz Bediüzzaman Said Nursî.
lBediüzzaman Kimdir, Risâle-i Nur Nedir? Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2002.
lBediüzzaman Said Nursî. Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul – 1997.
lBediüzzaman Said Nursî, Mektûbât
lBediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul – 1997.
lBozgeyik, Burhan Bediüzzaman Said Nursî, Risâle Yayınları, İstanbul –1993.
lHekimoğlu, İsmail. 100 soruda Bediüzzaman Said Nursî. Timaş Yayınları, İstanbul 2002.
lKöseoğlu, Nevzat, Bediüzzaman Said Nursî. Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999.
lSüzen, Mustafa Bediüzzaman’ın Üç T. Hayatı (Osmanlıca – Türkçe). 2000.
lŞahiner, Necmettin. Son Şahitler. İstanbul –1974.
lŞeyhanzade, Muhammed Sıdık. Nurculuğun Tarihçesi. Tenvir Neşriyat, İstanbul –2003.
lYaşar, İslâm. Said Nursî, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul – 1997.
lYaşar, Selahaddin. Bediüzzaman Kimdir?, İstanbul 1994.
NACİ TEPİR