"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çokluğun hükümeti mutlaka hakkın ve adaletin teminatı mıdır?

01 Temmuz 2019, Pazartesi 01:03
Ekseriyet, sırf ekseriyet olduğu için, ahlâkî ve insanî bir kıymet ifade etmez. Çokluk ve azlık bizatihi bir ahlâk kaynağı olmaz. Çokluğun hükümeti mutlaka hakkın ve adaletin teminatıdır, denilmez.

Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in “DEMOKRASİ YOLUNDA” isimli kitabından satır başları - 3

HAZIRLAYAN: ARAŞTIRMA MERKEZİ

***

Demokraside ekseriyetin rolü ve teşekkülünün şartı

(...) Bir memleketin demokrasi usûlü ile idare edildiğinin ilk bir delili ve görünürdeki işareti, o memleketin hükümet işlerinde bir veya birkaç şahsın yahut bir menfaat zümresinin değil; halk içinden çıkan bir ekseriyetin reyinin ve görüşünün hâkim olmasıdır.

(...) Hükümet eliyle yapılan işlerin ve alınan tedbirlerin, gizli kalan maksatlar ve hususî maksatlar için değil de, sırf halkın iyiliğine ve nesillerin hayrına olduğunun teminatı nedir ve ne olabilir?

Bunun teminatı, okuyucumun garibine gitse de söylemem lâzımdır ki, yapılan işler olamaz. Çünkü, şayet hükümet kuvvetleri bir şahsın veya bir zümrenin elinde ve idaresinde ise; yapılan işlerde açık müzakerenin ve ciddî münakaşanın yeri olmadığı, bilâkis karalarda daima indî (şahsî, keyfî) ve diktatöryal bir görüş hâkim olduğu için, bu işlerin memleket hakkındaki neticeleri daima karanlık ve isabeti şüphelidir. Sonra, şu da var ki: “Bir işten maksat ne ise, hüküm ona göredir.”

(...) Zira hiçbir devirde, hiçbir memlekette hiçbir hükümet adamının memleket menfaatleri için çalışmadığını ve halka iyilik yapmak istemediğini söylediği işitilmiş şeylerden değildir. Bilâkis, en müstebit ve zalim hükümet adamları bile, daima ve ısrarla hep bunu iddia etmiş ve bu adamların ağzında ”Memleketin menfaati” kırılan kafalar için bir örs “Millet selâmeti” de bir çekiç olmuştur. Vaktiyle Marat, uçurduğu binlerce insan kellesini hep milletin selâmetine hediye etmiştir. Robespiyer kurduğu kanlı terörünü, milletin selâmetiyle meşrûlaştırmaya çalışmıştır. Napolyon, aynı yaygara ile Moskova’nın uzun ve karlı yollarını bir Fransız mezarlığı yapmıştır. İkinci Abdülhamid, seneler süren istibdadına, meşrûiyetini “Milleti Necibe-i Osmaniye”nin selâmetinde aramıştır. İttihad ve Terakki hükümeti, başvurduğu zorbalık rejiminin kapısı ve millî hâkimiyet tarihimizin yüz karası olan, o meşhur sopalı ve tekmeli intihabının (kapışmak) rey sandığı arabalarını milletin selâmetine ithaf etmiştir. Daha dün Nasyonal Sosyalizm, icat ettiği temerküz (toplama) kampları şeklindeki zulüm makinesini Alman milletinin selâmetine ithaf etmiştir. 

Habeşistan seferi, Mussolini rejiminin, daha büyük İtalya sevdası ile, düştüğü hatalar serisinde ilk bir felâket habercisi olmuş iken; İtalyan idaresi ve matbuatı, Habeş seferini halka aylarca alkışlatmıştır. (s. 40-41)

(...)

Hülâsa edelim: Demokrasi ilk ve saf manası ile “Halk için ve Halk tarafından hükümet” demektir. Bu rejimde hükümet manivelası halkın elinde olacak ve hükümet makinası; şahıs sınıf veya zümre hesabına değil, sırf halk menfaatleri ve iyiliği için işleyecektir.

Demokrasilerdeki ekseriyetin manası

(...) Bir memleketin ekseriyeti (çoğunluğu) o memleket halkının tamamı olmadığına göre; halkı 100 itibar edersek azlıkta kalan % 49 ekseriyeti teşkil eden % 51’inin hükmü altında kalmış olmayacak mıdır? Karar ve kanunlar ekseriyetin görüşleri dairesinde çıkacağı için, azlık çokluğa tabi bir durumda kalmayacak mıdır? İş böyle ise, o halde demokrasilerdeki ekseriyetin hâkimiyeti ile oligarşilerdeki sınıf veya zümre hâkimiyeti arasında, manevî kıymet bakımından ne fark vardır? 

Fark şuradadır: Bir kere demokrasilerin dayandığı ekseriyet, oligarşilerin dayandığı sınıf ve zümre gibi, kapalı bir menfaat inhisarı (tekeli) halinde değildir. Bilâkis serbest fikir ve kanaat çarpışmasında serbestçe teşekkül eden ve daima dolup boşalmaya müsait olan bir gruptur. Bu grubun diğer fikir ve kanaat grupları karşısında sırf bir ekseriyet olmaktan başka bir günahı imtiyaz ve inhisarı yoktur. Ve ekseriyet grubu olarak devam edip iktidarda kalabilmesi için hakka ve adalete dayanması ve bu esas üzerinden memleket ihtiyaç ve realitelerine cevap verecek şekilde çalışıp muvaffak olması lâzımdır. Oligarşilerin sınıf ve zümre şefleri iktidarı, silâhlı kuvvetlere dayanarak tehdit ve tenkil yolu ile muhafaza ederler. Demokraside ise, halkı temsil eden ekseriyet şefleri için, iktidarda kalabilmenin bir tek şartı vardır; o da serbest münakaşa ve ikna yolu ile efkârı tatmin etmek ve ekseriyeti muhafaza edebilmektir. (s. 48)

Demokrasinin manevî değeri

Sınıf sistemi ile ekseriyet sistemi ve dolayısiyle, oligarşi ile demokrasi arasındaki fark bundan ibaret değildir. Demokrasinin değeri sırf inhisarsız ve imtiyazsız bir ekseriyete dayanmasında ve bu vasıta ile, halk menfaatlerini hedef almasında değildir. Arada asıl manevî ve ahlâkî kıymet farkı vardır. 

Demokrasi yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, herşeyden evvel muayyen bir hayat telâkkisi ve bir cemiyet görüşü, bir ruh ve terbiye ve bir ahlâk yoludur. Ve moral felsefe bakımından, insanseverlik ve sayarlık, başkalarını düşünürlük ve başkaları uğruna icabında kendini feda ederlik gibi yüksek insanî duyguların hayat ve cemiyet için teşkilâtlanmasıdır.

(...) Bir memlekette hükümet ne şekilde olursa olsun, bir gaye değil; hayat ve cemiyet için sadece bir vasıtadır. Vasıtanın değeri ise, onu kullanan ve gayesine götüren insanların terbiyesine, ilmî ve ahlâkî değerine tabidir. Bu insanlar sırf bir ekseriyete mensup olmak itibariyle bir değer almaz. Ekseriyet, sırf ekseriyet olduğu için, ahlâkî ve insanî bir kıymet ifade etmez. Çokluk ve azlık bizatihi bir ahlâk kaynağı olmaz. Çokluğun hükümeti mutlaka hakkın ve adaletin teminatıdır, denilmez.

Tarihte nice ekseriyet hükümetleri görülmüştür ki, memleketin azlık zümrelerine karşı yürekler acısı zulümler tatbik etmiştir. Haksızlığın ve zulmün bir şahıstan veya bir azlıktan gelmesi ile bir ekseriyetten gelmesi arasında hiçbir fark yoktur. İster şahıstan, ister zümreden, ister ekseriyetten gelsin, zulüm daima zulümdür ve aynı derecede iğrençtir. Nitekim adalet de kimden gelirse gelsin, daima adalettir ve daima ulvî ve mukaddestir. Hatta ekseriyetten gelen zulüm, bir bakımdan, daha ağırdır ve daha çok güce gider. (s. 49)

Şahıs veya zümre, zulmü ile yaktığı canların feryadından belki bizar olur, acı duyar ve korkar da daha ileriye gidemez. Fakat! Zalim bir ekseriyet; yüreksiz ve hunhardır. Bu ekseriyet bir de, demokrasilerdeki gibi, anonim yani isimsiz olursa, onun zulmünden kopan ah ve inleyişini Allah’tan başka duyan olmaz.

Hülâsa demokrasiyi sırf bir ekseriyetin hükümeti olarak almak ve tarif etmek, tıpkı insanı iskeletten ibaret bir mahlûktur, diye tarif etmek kadar sathîdir. Ekseriyet, demokrasinin sadece bir kalıbı, maddesi ve iskeletidir. 

Onun özü ve ruhu, muayyen prensiplere dayanan muayyen bir zihniyet ve terbiyedir. Bu zihniyet ve terbiye ise, muayyen bir hayat ve cemiyet görüşünün ifadesidir. Ve demokrasinin ahlâk ve insanlık nazarındaki yüksek değeri de bu görüştedir. (s. 50)

*

MÜSAVAT KAİDESİ, ADALETİN GERÇEKLEŞMESİ ŞARTIDIR

[Demokrasi ve Müsavat (Akademi Mecmuası Mayıs 1948 sayısında yayınlanmıştır.)]

Demokrasi usûlü ile idare edilen memleketlerde, devlet nizamının dayanması gereken esaslardan biri millî camiayı terkip eden vatandaşların hatta, yüksek ahlâk nazarında, bütün dünya insanlarının insanlık cevherinde ve insan olmak sıfat ve şerefinde müşterekliği ve hukuken birbirine müsaviliği (eşitliği) kaidesidir.

(...) Cemiyet hayatında herhangi bir insan için imtiyaz ve rüçhan, herhangi bir sıfatın, mevki ve ünvanını değil; sırf ehliyetin, hizmet ve liyakatin hakkıdır. Herkesin lâyık olduğu izzet ve ikbale kavuşmaya ve hayat şartları önünde hukuken müsavî imkân ve müsaadelere malik olmaya müsavî surette hakkı vardır.

Müsavat kaidesi, adaletin gerçekleşmesi şartıdır. Çünkü, ilk ve en basit manasiyle adalet, insanların cemiyet nimet ve külfetleri önünde müadaleti (eşitlik, denklik) yani ehliyet, hizmet ve liyakatleri nisbetinde müsaviliği demektir. Adaletin en esaslı bir şartı olduğu içindir ki, müsavatsızlık insan gönlünü inciten muamelelerin en ağırıdır. Hususiyle, adaletin mümessili sıfatını taşıyan hükümet ve idareden gelen ve kanun şeklini alan müsavatsızlık kadar insanları gücendiren acı bir muamele yoktur. 

Ve hükümetlerin can yakıcı kötü muamelelerinin çoğunu bağışlar, fakat müsavatsızlık şeklindeki haksızlığı asla unutup affetmez. Ve müsavatsızlıktan yanan canlar bunun üzüntüsü gibi kinini de çok kere mezara kadar sürükler, götürür.

Bu sebepledir ki, tarihte görülen isyan ve ihtilâllerin çoğu müsavat namına yapılmış, insanların adalet susuzluğu daima müsavat hasreti şeklinde belirmiştir. (s. 54)

Ve yine tarihte demokrasi fikri müsavat uğrundaki mücadelelerden doğmuş ve eski zaman demokrasileri, hürriyetten çok, dar bir vatandaş muhitinde de olsa, müsavat fikrine dayanmıştır.

(...)

Yalnız dikkat edelim ki, demokrasiye temel teşkil eden müsavat ne avamdan kimselerin anladığı gibi riyazi (matematiksel) ve mutlak (serbest), ne komünistlerin istediği gibi iktisadî, ne de oligarşilerin tatbik ettiği gibi tesviyeci ve uşaklıkta eşitlik manasına bir müsavattır. Demokrasinin müsavatı, medenî ve siyasî haklarda müsaviliktir (eşitliktir). Yani devlet hizmet ve memuriyetleri, izzet ve ikbali önünde müsavat ve aynı söz hürriyetinde müsavattır. (s. 56)

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 2174
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı