"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İhtimallere dayalı hüküm verilemez

07 Şubat 2022, Pazartesi 00:54
“Her bir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkan-ı katl (öldürebilme ihtimali) cihetiyle mahkemeye verilir mi? Her bir kibrit bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla kibritler imha edilir mi?”

Dizi: Bediüzzaman Said Nursî’nin Müdafaaları
Risale-i Nur Enstitüsü - 5

***

Aydil sözlerine şöyle devam etti:

“Ona göre yöneticilerde de, her insanda olabilecek zaafların var olduğu asla unutulmamalı ve onların halkı zulme uğratmaması için konuşan ve istişare eden bir toplumun varlığı sağlanmalıdır. Onları uyaracak olan halktır, halkın içinde yetişip de hürce düşüncelerini türlü vasıtalarla gündeme getiren bilim adamları veya düşünürlerdir. Bu açıdan Bediüzzaman sivil toplumun güçlü olmasına çok önem vermiştir. 

Günümüzde fikirlerin kolektif olarak tartışılma ortamlarının oluşabildiği siyasî partiler, sivil toplum örgütleri, dini cemaatler, çeşitli bilim enstitüleri gibi sivil halkın özgür iradesiyle kurduğu ve katıldığı yapıların keyfi ve subjektif gerekçelerle sık sık kapatılmasının konuşulması maalesef günümüzde anlamını idrak etmeden dilimize doladığımız ifade ve düşünce özgürlüğünden ne kadar uzak olduğumuzu ve ona ne kadar muhtaç olduğumuzu gözler önüne seriyor.

Bediüzzaman, düşünce hürriyetinin tek taraflı çalıştırılmasının demokrasi ile bağdaşmayacağını söylerken şu mealde bir tesbitte bulunur: Bir ülkede, düşünce ve düşünceyi ifade etme hürriyeti tanındıktan sonra dönüp düşüncesini ifade edenler sorgulansa, zavallı halkı ateşe atmak için bir tuzağın kurulduğu düşüncesi akla gelmez mi?

İfade hürriyeti açısından önemli bir husus da ‘ihtimallere’ tutunarak hüküm vermenin doğuracağı sıkıntılardır. Modern ceza hukuku anlayışında ‘Eylemsiz suç olmaz.’ ilkesi herkesin malûmudur. Aynı zamanda AİHM de, ihtimal üzerinden yani somut bir etki doğmadan verilen cezaları hak ihlâli olarak değerlendirmektedir. 

Bediüzzaman savunmalarının birinde, potansiyel tehlikeyi ihtiva eden bir durumu suç olarak nitelendirmenin çok mantıksız olacağı hususunda, çok orjinal bir yaklaşımla mahkemeyi uyarır ve şöyle der: ‘İmkanat (ihtimaller) başkadır, vukuat (olaylar) başkadır. Her bir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katl (öldürebilme ihtimali) cihetiyle mahkemeye verilir mi? Her bir kibrit bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla kibritler imha edilir mi?’

Gerçekten de düşüncelerin, bir ihtimale dayanarak kısıtlanmasının toplumda ortaya çıkaracağı huzursuzluğun ne denli yıkıcı olacağı malûmdur.”

Araştırmacı yazar İslâm Yaşar da, Bediüzzaman Hazretleri’nin müdafaalarını yalnız mahkeme salonlarındaki konuşmalarına hasretmenin mümkün olmadığını; onun bütün hayatının bir nevî müdafaa olduğunu söyleyerek çeşitli örneklerle sözlerini sürdürdü: “Meselâ, çocukluk yıllarındaki hareketli hayatı, hocaları, molla arkadaşları, ağabeyi ile tartışmaları fıtratın müdafaasıdır.

Gençlik yıllarında padişahlarla, paşalarla, ağalarla, şeyhlerle ve diğer havasla tartışmaları, hakikatin müdafaasıdır. 

Kosturma’daki esir kampında Rus generalin karşısında ayağa kalkmayarak İslâm dininin, Şekerci Han’da ilmin, Ankara’da Meclis’te Kur’ân’ın, namazın müdafaasını yapmıştır. 

Divan-ı Harb-i Örfî’de yaptığı müdafaa, muhtemelen dünya hukuk tarihinde emsali görülmeyen bir müdafaa örneğidir. Bilhassa idamla muhakeme edildiği mahkemeden beraat edince, heyet bir nevî teşekkür beklerken: ‘Zalimler için yaşasın Cehennem!’ diye haykırması, bütün mazlumlar için bir teselli kaynağı ve zulme itiraz vesilesi olmuştur.

Eskişehir Mahkemesi’nde yaptığı müdafaa, suçsuzluğunu anlatma çabası değil; mahkeme heyetine ve Ankara’daki muhataplarına tam bir hukuk ve cumhuriyet dersi mahiyetindedir.

Denizli Mahkemesi müdafaası da yine baskıya, zulme, zehirlenme gibi hayati tehlikelere rağmen dâvâsını haykırıştır. 

Önceki mahkemelerde talebelerini de müdafaa ettiği halde, Afyon Mahkemesinde kendi müdafaasını yaparken; talebelerinin kendi müdafaalarını yapmalarını istemesi, onların dâvâ şuurunu kazanıp kazanamadıklarını anlama isteğinin tezahürüdür. 

Onların hapisten kurtulma çabası yerine dâvâlarını müdafaa ettiklerini görünce Nur cemaatinin teşekkülünü sağlamıştır.

Ayrıca, mahallindeki resmî dairelere yazdıklarının yanı sıra devlet ve hükümet erkânına yazdığı istidalar da ona has farklı bir müdafaa tarzıdır.

Hülasa; Bediüzzaman Hazretleri manevî, dinî sahada olduğu gibi adalet ve hukuk sahasında da içtihad yapmıştır. Onun hukukî içtihadlarının ülke ve dünya hukuk tarihine mal edilmesi, Nur Talebesi hukukçuların vazifesidir.”

Bir diğer konuşmacı Mustafa Eren Bozoklu da Bediüzzaman’ın mahkemelerinden şu sonuçları maddeler halinde çıkarmanın mümkün olduğunu söyledi: 

“Bediüzzaman’ın mahkemeleri, Risale-i Nur’un ilânı hükmüne geçmiştir. Anadolu’da Risale-i Nur’un ve hizmetinin mahiyeti mahkemeler yoluyla da duyulmuştur.

Mahkemeler Risale-i Nurlar’ın ve Nurculuğun devlet erkânınca tanınmaya başlandığı; cumhuriyetin niteliklerinin, demokrasinin unsurlarının, insan haklarının ve hürriyetlerinin sürekli anlatıldığı mekânlardır. Bu anlamda mahkemeler Bediüzzaman için ders ve mütalâa verdiği yerler halini almıştır. 

Mahkemeleri reddetmeyerek savunma yapması; durumunu, davasını ortaya koyması önemli bir husustur. Bu davranış özellikle devleti ve devletin kurumlarını reddetmeye dananan Darü’l-Harp’çi düşünceden farklı bir davranış geliştirilebileceğini ve başarıya ulaşılabileceğini ispat etmiştir.

Bu konudaki şu ifadesi açıklayıcı olmaktadır (bilmana olarak): ‘Rejimi reddetmek ne vazifemizdir ne de kuvvetimiz var ne de düşünüyoruz; fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka kabul etmemek başkadır’.

Şapka Kanunu için (bilmana olarak): ‘Kanunu reddetmiyorum, kanunla amel etmiyorum. Dolayısıyla amel etmemekten gelen bir ceza varsa hapis, ceza-i nakdi veya ihtarınızı yapın.’ demiştir.

Mahkemelerde hakkındaki suçlamalara karşı suçsuzluğunu savunmak yerine anayasal hak, insan hakları, hukukun temel kavramları meselelerinde izahlara başvurması; özellikle bilirkişilerin raporlarındaki yanlışlıkları göstererek Risale-i Nur hakkında doğru şekilde bilgilendirme yapmaya çabalaması takiyyeci davranışa başvurmadığını göstermektedir.

Bediüzzaman’ın talebeleri de aynen üstadları gibi davranmışlardır. Nurculuk dâvâlarının önemli avukatlarından olan Bekir Berk’in, vekâletlerini aldığı Zübeyir Gündüzalp’e ve Ceylan Çalışkan’a: ‘Sizi hapisten kurtarmamı mı yoksa fikirlerinizi savunmamı mı istersiniz?’ diye sorduğunda: ‘Fikirlerimizi hakkıyla savun, yeter.’ cevabını alması bu davranışa güzel bir örnektir. İşaratü’l-İcaz eserinin sonuna konulan, Mehmet Kayalar’ın Diyarbakır müdafaanamesi önemli bir örnek metindir.

Şunu da belirtmek gerekir ki; her ne kadar Bediüzzaman Said Nursî hakkında, ‘gizli maksatları olan bir kişi’ imajı çizilip karalama yapılmaya çalışılsa da; devletimizin, hakkında en fazla bilgiye ve belgeye sahip olduğu kişilerden birisi Bediüzzaman Said Nursî’dir. Bu sebepledir ki belli bazı sivil çevrelerle bazı siyasî unsurların, bazı olağanüstü dönemlerin çarpıtmalarına rağmen devlet erkânı ve organları, hükümetler; hem Bediüzzamanı hem Nur Talebelerini asayiş taraftarı olarak görmekte ve öyle tanımaktadır. Hakikat de zaten budur.”

“Bediüzzaman’ın Mahkeme Savunmalarından Hareketle Mahkemelerde Olması Gereken Bazı Hususiyetler” başlığı altında bir sunum gerçekleştiren Doç. Dr. Şevki Adem çalışmasında, Bediüzzaman’ın mahkeme savunmalarından yola çıkarak adlî kurumlarda ve hâkimlerde olması gereken özellikleri ele aldığını ifade etti. 

Şevki Adem özetle şunları söyledi: “Bediüzzaman neden bu konuları dillendirmiştir? Çünkü yargılama sürecini bu faktörlerin etkileyeceğini görmektedir. Öncelikle, karar verici hâkimlerde olması gereken bir vasfı dillendirmektedir. Onların sadece adaleti yerine getirme amaçları olmalı. Şahsî düşünceleri ve duyguları verdiği kararları etkilemediği gibi, sonuçlarından da adaleti yerine getirme hazzı dışında bir hissiyat sergilememelidirler. Karar doğru bile olsa, hissiyatın karıştığı kararların zulüm olduğunu tarihî bir hikâye ile anlatır...

Bediüzzaman, kanunlara muhalif bir faaliyetinin olmamasına rağmen gördüğü zulümlerin; bu hapis ve yargılama sürecine sebep olanların, diğer bir deyişle siyaseti dinsizliğe alet edenlerin mahkemeleri kullanarak, yapmış olduğu hizmetin engellenmek istemesinden kaynakladığını ifade etmektedir. 

Mahkemeler herhangi bir zümrenin, başka bir zümreden intikam alma aracına dönüşmemeli ve toplumdaki her kesime aynı mesafede durmalıdır. 

Şirazî’nin anlattığı bir hikâyede; masumların haklarını almak için başvurmaları gereken mercilerin, yöneticilerin onların haklarını gasp eden kararlarına fetvacı olmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Dindar insanların, asayişe ve kimseye zarar vermeyen faaliyetlerinin mahkeme kovuşturmaları ile zararlı imiş gibi gösterilmeye çalışılması; birçok insanın devlete küsmesine sebep olacaktır. Ayrıca bu durum, gizli oluşumlara ve asayişi bozacak faaliyetlere sebep olabilir.

Av. Saffet Eltaş da “Kendini Savunmak Bağlamında Takiyye ve Tevriyeye Müracaat” başlıklı sunumunu Bediüzzaman’ın (bilmana olarak): “...Bütün müdafaatımda ara-sıra görünen mülayimane ve musalahakârane tabirler ise; tevriye nev’inden olarak mahza masum kardeşlerimi kurtarmak içindir...” sözüne bina ettiğini söyledi. 

“Sanırım, Nursî’nin tevriyeye müracaatı, İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği şu hadisteki ruhsata dayanmaktadır: ‘Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.’” diyen Eltaş; bu müdafaa tarzına, zorunlu hallerde ve nadiren başvurulduğunu söyledi. “

Bu tutum, Nur müdafaaları için asla ana ilke konumunda değildir.” diyen Eltaş şunları söyledi: 

 “Şimdi, Nur müdafaalarının ana ilkelerini ve talebelerin bu ilkelere riayet edip etmedikleri hususunu inceleyelim. Said Nursî, 14. Şuâ’da talebelerinin müdafaalarına yer vermiştir. Nursî; talebelerin müdafaalarını, okuyucuya kendisi takdim etmiş ve ayrıca bu takdimde talebelerin müdafaalarını yine kendisi özetlemiştir. 

Kanaatimce bu özet, aynı zamanda müdafaa hususunda uyulması gereken ana ilkeleri de ortaya koymuştur. 

Talebe müdafaalarının özeti ve takdimi aynen şöyledir:

‘...çekinmeyerek... uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar... her bir cezayı memnuniyetle kabul... hakikat-i hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.’

Kaldı ki; Nursî, talebeliğin inkârını asla tasvip etmemiştir. Şuâlar’ın 436. sayfasında, aynen şu ifadeler yer almaktadır:

‘Bazı kardeşlerimizin lüzumsuz, talebeliğini inkâr... hizmet-i Nuriyelerini lüzumsuz setretmeleri gerçi çirkin; fakat... affedip gücenmemeliyiz.’

Talebelerin ezici çoğunluğu da idam ihtimaline karşı bile, fikirlerini mertçe savunmuşlardır. Bu bağlamda, talebelerden M. Gül’ün ve Z. Gündüzalp’in müdafaalarını örnek gösterebiliriz:

‘...Bu bağ, idam edilsem dahi çözülmez...’ 

‘... idam edileceksem... koşarak gideceğim...’

Görüldüğü üzere; bu meselede Nur Talebeleri ruhsatla değil, azimetle amel etmişlerdir. 

Dâvâlarda kendilerini cezadan kurtarmak için çabalamamışlar ve çekinmeyerek Risale-i Nur’u savunmuşlardır. Sözlerimizi, bir alıntı ile bitirelim: ‘Savunmalarda asıl amaç beraat etmek değil, bilgilendirmek ve hatta bir tür propaganda yapmak olunca, ‘takiyye’ yapmaya ihtiyaç duyulmayacağı da açıktır.’”

Av. Erdoğan Çelebi de, “Koruyucu Adalet ve Önleyici Savunma” başlığı altındaki konuşmasında şu hususlara değindi: 

 “Bediüzzaman Hazretleri gibi dâvâ adamlarının savunmalarının esasını; soruşturma ve kovuşturma öncesindeki ‘eylemleriyle, söylemleriyle ve yazdıklarıyla’ birlikte bütün hayatları oluşturur. Yani mahkeme salonlarındaki ifadeleri bütün hayatında yaptığı şeyleri ikrar eder ve doğrular nitelikte dâvâsına sadık beyanlardan oluşur. Çünkü içleri dışları birdir, şeffaftır.

Nitekim aleyhindeki bütün suçlamalara, iddianame metinlerine bakıldığında isnat edilmeye çalışılan bütün ithamları hayat biçimiyle halen ve kalen red ve tekzip ettiğini görmek mümkündür.

İddianamelerdeki suçlamaların genelde ‘siyasî cemiyet kurmak, hizmeti karşılığında şahsî maddî menfaat sağlamak, dini siyasete alet etmek’ gibi ithamlardan oluşması karşısında Bediüzzaman Hazretleri’nin aşağıda belirtilen hizmet ilkeleri bağlamında bu ithamları fiilen yaşayışıyla red ve tekzip ettiği görülmektedir. 

Şöyle ki;  İhlâs prensibi: Yani bütün ibadetini ve hizmetini sırf Allah rızası için ve Allah emrettiği için yapması.

İstiğna düsturu: Yani hizmeti ve dâvâsı karşılığında hiçbir maddî menfaat, maddî yardım kabul etmemesi. Hatta hediye, sadâka, zekât gibi yardımları dahi almaktan içtinap etmesi.

Laiklik ilkesini ‘din ve vicdan hürriyeti’ anlamıyla tanımlayarak devletin dinsizlere ilişmediği gibi takvacılara da karışmaması gerektiğini önemle vurgulaması. Bu sebeple, dini siyasete alet ettiğini düşündüğü siyasî yapılara hep uzak durduğu gibi siyaseti dinsizliğe alet eden siyasî dernekleri de ısrarla eleştirmesi.

Hürriyeti ve adaleti sonuna kadar savunması. Bu bağlamda meşrûtiyete, cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkması. Ve siyasetle temas kurarken de; hukuk ve adalet yönlerinden idarecileri irşad etmek kastıyla yazışmalarda bulunması. 

Adaleti ‘denge ve muvazene’ anlamıyla kabul ettiği için mahkeme savunmalarında âdil yargılamaya katkıda bulunma amacıyla iddianın karşısında bir denge unsuru olarak keyfiyetli bir şekilde savunma ayağını hakkıyla temsil etmesi.

Şahsını ve talebelerini değil, iman ve Kur’ân dâvâsını savunması. Bu sebeple de dâvâdan beraat gayretinde değil, dâvâsını hakkıyla anlatmanın gayretinde olmuştur.

Özetle nasıl ki, ahiret hayatı dünyada kazanılır. Bediüzzaman da beraat kararlarını, yargılanma öncesi hayatıyla ve dâvâsıyla kazanmıştır.” 

DEVAM EDECEK

Okunma Sayısı: 2642
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı