"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İman, masumların hakkını “görmeme”ye izin vermez

06 Mart 2020, Cuma 01:00
Stratejik Kalkınma Derneği Başkanı emekli bürokrat ve eğitimci Hasan Kaplan: İslâm âlemi bugün maalesef Avrupa’ya kıyasla hürriyetler yönünden bir tür bedeviyet ya da çocukluk dönemi içerisinde. Birinci Avrupa ile kurulacak ittifaklar Hazreti İsa ile Hazreti Mehdi’nin ittifakı manasındaki müjdelerin de bize dönük tahakkukudur.

Eğitimci Hasan Kaplan’ın Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde verdiği seminerden notlar (3)
Haber Merkezi-Ankara

***

İmanın temel esaslarını takviye etmek hususunda mü’minler arasında pek fazla bir fark ya da sıkıntılı mesele yok. Ama içtimaî hayata dair hususlarda ciddî farklar var. Bu da aslında bir yönden imanî meselelerden kaynaklanıyor. Meselâ Allah’ın mutlak âdil olduğuna ve ahirete kuvvetle inanan bir kimse bu dünyada suçluya ceza vermek adına masumların haklarını görmezden gelmeyi kabul etmez. “Nasıl olsa Allah adaletiyle asıl cezayı verecek, ben bu dünyada masumun hakkını korumaya öncelik vermeliyim” der. 

Bu inanç kuvvetli olmazsa, suçluya ceza vermeyi ya da kamu düzenini sağlamayı en önemli vazife olarak gören bir Müslüman beşikteki kardeşini de öldürtür, suçluluğu şüpheli kişiye de ceza verir, hatta masumu da kolaylıkla feda eder. 

Bu aslında iman eksikliğinin yansıması olan bir içtimaî dalâlet halidir. İhlâsla yaşayanlar imanla yaşamış olurlar. İhlâsın karşılığı aslında müsbet hareket etmek yani başkasının hukukunu bozmadan icraat yapmaktır.

İmanından gelen cesaretle her baskıya direnenin hürriyet demesi ile küçük bir korkuyla hakkını feda edenin hürriyet istemesi aynı şey değildir. Aradaki farkın sebebi imanının kuvveti ya da zayıflığıdır.

Soru: Bediüzzaman mealen “Bir millet cehaleti yani hakkını hukukunu bilmemesi sebebiyle itiraz etmediği ve denetim yapmadığı zaman başındaki hamiyetli yöneticileri müstebit kişiler haline getirebilir” diyor. Demek “müstebit hamiyet ehli” de olabilir. Bu nasıl olur?

Cevap: Birey değil vatandaş olduğunuzda, ödevleriniz gibi haklarınızı da bilip talep edebilir hâle geldiğinizde, muhatabınız olan devlet yöneticileri sizi herhangi bir kişi olarak değil, bu bütçenin, bu devletin ve bu toprakların sahibi olarak görmeye başlar. Hürriyet dizgininiz sizin elinize geçmiş olur.

ABD’de Trump’ı mahkemede sigaya çekebilen bir sistem kurulmuş. Bizde de Bediüzzaman’ın yüz sene önceki tarifiyle Milet Meclisi hâkim hâle gelse, hükümet meclisin ve milletin emrinde bir yapıya dönüşebilse demek biz de hürriyetimizi elde edeceğiz ve hamiyet ehli olduğunu iddia eden yöneticilerimizin hamiyet namına istibdat ve zulüm yapmasını engelleyeceğiz.

Son anayasa değişikliği ile Meclis boşa düşürüldü. Adeta kendi iplerini çektiler. Eğer biz fert olarak vatandaşlık görevimizi net ve sıkı uyarılarla yapmazsak böyle devam eder. Seçimler büyük bir fırsattır. “Hamiyetliyim” diyen, ama adalet namına zulmeden ve hamiyet namına hamiyetsizlik eden müstebitleri indirip “hamiyetli ve hürriyetçi” olanları yerine geçirmek bizim elimizde.

Bir de fikirlerimizi anlatacak zeminler bulmamız lâzım. Yoksa da oluşturmamız lâzım. Basın ve sosyal medya bu sebeple önemli. Avrupa’yı bu yönden de örnek almamız lâzım.

Soru: Avrupa’dan çok söz ediyorsunuz. Avrupa’nın ve Avrupa Birliği’nin bize faydası mı fazla zararı mı fazla oluyor?

Cevap: Bu soru bir yönüyle eşitlikle ilgili. İkinci meşrûtiyetin ilânından sonra anayasalı sistemi ve kanun önünde eşitliği savunan Bediüzzaman’a da sorulmuş. “Biz Hıristiyanlarla ve diğer azınlıklarla nasıl eşit oluruz, bunu nasıl kabul edebiliriz” demişler. O da cevabında mealen “inananların Allah katındaki üstünlüklerini bu dünyada hukukta üstünlük olarak görmeye hakkı yok. Zaten Allah bu dünyada inanana da inanmayana da eşit haklar ve hürriyet vermiş. Kanun da bu hakkı teyit etmeli ve etmiş. Bunda bir terslik yok.” demiş.

Ama cevabında daha önemli bir şey var. “Yirmiyi verip üç yüzü kazanan kârdadır” diyor. Yani “Anayasal eşitlik ilkesi sonucunda Osmanlı Ülkesi’ndeki Müslümanların azınlıklara nazaran üstünlüğünden feragat ve bu imtiyazı feda edip bunun karşılığında bütün dünyada Müslümanların eşitliğini elde etmek kârdır” diye bakıyor.

Demek biz de AB meselesine böyle bakmalıyız. Önemli olan toplamda faydamız mı zararımız mı fazladır? Yakın geçmişte AB’ye üyelik sürecinin kendisi bile devlet sistemimizi ve kamu düzenimizi adam etmekte çok faydalı olduğuna göre bu Birliğe girebilirsek elde edebileceğimiz neticeler demek çok çok önemli. İslâmiyete lâyık doğruluğu ve doğru İslâmiyeti fert bazında göstermek de önemli, ama asıl sosyal düzen anlamında yaşayarak gösterebilmek önemli. Bunun yolu adaletli bir toplum yapısı ve hürriyetçi parlamenter rejimi kurmaktan geçiyor.

“Demokrasi ya da hürriyet günah işlemeyi serbest bırakıyor” gibi bahanelerle Batı’nın sahip olduğu ortak insanî değerlerden vazgeçmek mantıklı değil. Bilelim ki onlar da kendi içlerinde sefahatle ve ahlâksızlıkla mücadele etmeye çalışıyor. Avrupa kanunları da zaten sefih bir hayat süren kişinin hürriyetini elinden alıyor ve onu tedavi etmeye çalışıyor. “Sefih mahcurdur” diyerek hürriyetini kısıtlıyor ve kişinin kendisine zarar vermesini önlemeye çalışıyor. Ötenazi tartışmalarını hatırlayalım.

Soru: Avrupa’nın hürriyet anlayışı her yönden bize uyar mı?

Cevap: Bediüzzaman Avrupa’yı yani Batı’yı aslında ikiye ayırıyor. Toptancılıktan kaçınıyor. Vahiyden beslenen ve hakikî hürriyeti tesis eden birinci Avrupa ile işbirliği içinde olmamız gerektiğini, sefaheti hürriyet olarak tarif eden ikinci Avrupa anlayışından ise uzak durmamız gerektiğini anlatıyor.

Ortak Avrupa Müktesebatı denilen şeyler kanaatimce daha ziyade birinci Avrupa’yı yansıtıyor. Avrupa Birliği ve stratejik ittifak bu sebeple önemlidir. Ayrıntıdaki küçük olumsuz noktalara çok takılmamak lâzım.

Biliyoruz ki Batı’da bir tarafta “insan her istediği rezilliği yapabilmelidir, hürriyet budur” diyen bir anlayış var. Bir de “insanın rezalete hürriyeti ve hakkı yoktur” diyen bir anlayış var. Bu durumda bizim, nefse esaret manasındaki hürriyetin kötülüğünü onlara da anlatmaya çalışmamız ve bunun için de ikinci anlayışta olanlarla iyi bir işbirliği geliştirebilmemiz lâzım.

Bencilliği hürriyet olarak tarif eden Avrupalıya karşı meselâ Avrupa’ya giden veya Türkiye’de bulunan mültecilere samimî destek olmak gerektiğini düşünen bir Avrupa da var.

İslâm âlemi bugün maalesef Avrupa’ya kıyasla hürriyetler yönünden bir tür bedeviyet ya da çocukluk dönemi içerisinde. Birinci Avrupa ile kurulacak ittifaklar Hazreti İsa ile Hazreti Mehdi’nin ittifakı manasındaki müjdelerin de bize dönük tahakkukudur.

Soru: Bizim için tarif ettiğiniz “olması gereken hürriyet” Avrupa’da bilhassa 1946’dan sonra yaşanır hâle geldi. İslâm ülkelerinde ise maalesef durum ortada. Hürriyetin bize de gelmesi için ne yapmamız lâzım?

Cevap: Bu süreç çileli bir iş. Birilerinin bu çileyi çekmeye talip olması lâzım. Nur Talebeleri İslâmî manada İmandan gelen hürriyet için çile çekmeyi görev saymış kişilerdir. Yetmişlerden bu yana Risale okuyanları biliyor ve izliyorum. Risalelerdeki hürriyet bahislerinin okunup anlaşılması için gayret eden ve içtimaî hayata nüfuz edecek dersleri veren Nur Talebelerinin varlığını görmek bizi mutlu ediyor. Biz de destek olmaya çalışıyoruz. Keşke sayıları daha fazla olsa.

Bilhassa Yeni Asya’yı ve yayıncılık hizmetlerini sahiplenen Nur Talebelerinin hürriyeti elde etmek hususundaki bu gayretinin diğer Nur Talebelerince de daha iyi anlaşılması ve desteklenmesi lâzım. Bu hizmetlerin siyasî tartışma gibi görünmesinin de engellenmesi lâzım. Yeni Asya’nın fikr-i sabit seviyesinde iddialı olduğu meselelerdeki haklılığı her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Buna gayret etmek lâzım.

Soru: Bugünkü ötekileştirme uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Hürriyet meseleleriyle ilişkisi var mıdır?

Cevap: Maalesef, devlet nazarında kendisini “öteki” olarak görmeyen insan sayısı günümüzde oldukça azdır. Bu durum siyasî iktidarı elde eden grupların iktidarda kalabilmek için buldukları eski bir yöntem. 

Bu istibdadın karakteristiğidir. Kendisini seven başkasını gerçekten sevemez. Sevse de menfaati için sever. Bu da gerçek sevmek değildir. Her şeyi ve herkesi kendi iktidarı için var sayar.

Günümüzde ötekileştirme had safhada. İktidara yakın görünenler imtiyazlı olunca diğerlerinin hürriyetinin bir kıymeti kalmıyor. Meselâ basında imtiyazlı gazeteler ve bindirilmiş gazeteciler ayrımı olunca basın hürriyeti zarar görüyor. Basın hür değilse toplumun hür olduğundan söz edilemez.

Soru: Hürriyet mücadelesinde nasıl iyiye gideriz?

Cevap: Genelde iyi gidişimiz var, ama dönemsel sıkıntılar yaşıyoruz. Darbeler ve muhtıralar bu iniş dönemlerinin dibi. İnsanlar kendi ülkelerini bilhassa hangi dönemlerde ve neden terk ediyor? 

Bunu düşünmek lâzım. Kabahati sadece gidenlerde aramamak lâzım. Gidenler hürriyetçi demokrasinin olduğu ülkelere, bilhassa ABD, Kanada ve İskandinav ülkelerine gidiyorlar. Bu bir ipucudur.

“Hürriyet mi ekmek ya da ekonomi mi önemli?” tercihinde doğru yönde olabilenler bu meseleyi çözecekler. Zira onlar biliyorlar ki hürriyeti elde ederseniz arkasından ekmeği de elde edersiniz. Ama ekmek hatırına hürriyetten vazgeçerseniz ekmeğinizi de kendi keyiflerine göre başkaları verir. Nitekim hürriyetçi demokrasilerin geçerli olduğu ülkelerin tamamı gelişmiş, fert başına millî geliri çok yükseklere, yüz bin dolarlara çıkarmış ülkeler. Türkiye ise 67. sırada ve fert başına millî gelir dokuz bin dolar civarında. Bu da demektir ki hürriyet ekmeği garanti ediyor. 

Önce ekmek için değil önce hürriyet için çalışanların sayısını arttırabilmek lâzım. Ama bunun için de önce imana çalışanların gayreti lâzım, çünkü kuvvetli iman olmadan sağlam bir hürriyet fikri gelişemez.

Üstadın, Hurşit Paşa karşısında, Birinci Millet Meclisi’nde Meclis Başkanı karşısında, İstanbul’da İngiliz işgali sırasında veya Kostromada Esarette Rus Generale karşı duruşunda hep imandan gelen bir hürriyet anlayışı vardır. Bediüzzaman Hazretleri bu çağın insanı için önemli hedefler koymuş. “Hiçbir keyfi kanuna kendi hürriyetimi feda ettirmem” diyen bir Bediüzzaman’ın çizdiği ufku iyi anlamamız, inanmamız ve içselleştirmemiz lâzım. Sonra başkalarına da anlatmamız lâzım. 

Uçağı büyük bir kartal zanneden neden uçağa binmeyi düşünsün ki? Önce onun en hızlı ve yeterince güvenli bir taşıma aracı olduğunu bilmesi lâzım ki gideceği yere uçakla gitmeyi tercih edebilsin. Hürriyet ve medeniyet gibi sosyal nimetler de böyledir. Önce faydasını bilecek ve faydasına inanacaksınız ki tercih edebilesiniz.

Soru: Zor günlerden geçiyoruz. Sizce gidişatımız nasıl?

Cevap: Hürriyet ve istibdat açısından bakıldığında çok daha zor günlerimiz olmuş. Malûm, adı cumhuriyet olan tek parti döneminde din, iman, ezan, şeair diyen hapse atılmış. Bediüzzaman o dönemde bile Mekke’ye vesair yerlere gitmeyi değil, burada kalmayı tercih etmiş. Sebebi üzerinde düşünmemiz ve bugünkü halden de ibret almamız lâzım. Demek bizim de pes etmeyip burada kalmamız ve sebat etmemiz lâzım.

-SON-

Okunma Sayısı: 3329
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • atilla

    6.3.2020 09:17:52

    Eyvallah değerli eğitimci Hasan Kaplan. Güncel olaylara bu kadar hakim olabilmek ve asrın Tabibi Bediüzzaman'ın perspektifinden bakarak problemlerimize çözüm üretmek adına sizi tebrik ediyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı